Jeff Deist - Göç Masası: Ludwig von Mises
Günümüzde göç ABD'de ve hatta tüm Batı toplumlarında
tartışmalı bir konu olmaya devam etmektedir. Özgürlükçüler de bu
tartışmalardan etkilenmiştir. Düşünce eğilimimiz özgürlükten yana
olsa da, aynı durum özel mülkiyetin varlığı söz konusu olduğunda
geçerliliğini yitirmektedir. En azından herhangi bir derecede özel
mülkiyet normlarına sahip bir toplumda, bir yerden ayrılma hakkı
-hapsedilmeme veya köleleştirilmeme hakkı- bir yere girme hakkından
farklıdır.
Mises Enstitüsü bu konuda çoğu kurumdan daha fazla entelektüel
çeşitlilik sunmaktadır, ancak yazarlarımız ve akademisyenlerimiz genel
olarak "açık sınırlar" kavramını günümüzdeki manâsıyla
desteklememektedir. Savundukları görüşler, sınırların tamamen
ortadan kaldırılmasından ve sahipsiz toprakların serbestçe yurt
edinilmesine (Block), yalnızca sözleşmelere dayalı olarak giriş
yapılmasına müsaade eden tamamıyla özel mülkiyetçi toplumlara
(Hoppe) kadar uzanmaktadır. Bazıları ise sosyal devletin sağladığı
teşviklerin azaltılması, göç politikalarının ve sınır kontrollerinin adem-i
merkezileştirilmesi, piyasa temelli sponsorluk programlarının
araştırılması, mevcut kura sistemlerine alternatifler bulunması, göç ile
vatandaşlığa kabülün yasaklanması ve oy verme hakkının vatandaşlığa
dayalı olmasının kaldırılması gibi konulara odaklanmaktadır.
Göçmenlikle ilgili her türlü tartışma aşağıdaki uyarılardan faydalanır:
1. Hükümetlerin her ölçekte "kamu" arazisine sahip olduğu
(yani kontrol ettiği) durumlarda, göç konusunda gerçek anlamda
özgürlükçü bir yaklaşımı benimsemek mümkün değildir.
2. Dolayısıyla şu anda süren tartışmalar, hükümetlerin göçmenlikle
ilgili olarak mevcut koşullar altında ne yapmaları gerektiği
sorusu etrafında yoğunlaşmaktadır.
3. Hükümetin, yol ve diğer "kamusal" mülkleri nasıl kontrol etmesi
gerektiğine dair kolay bir cevap yoktur. Devlet kaynakları kontrol
ettiğinde gerçek ekonomik hesaplama imkansızdır ve " iktisadi
olmayan" değerlendirmeler imkansız denecek kadar sübjektiftir.
4. Vergi mükellefleri tarafından sağlanan çeşitli mal ve hizmetler
şeklindeki "kamu refahı" konuyu daha karmaşık hale
getirmektedir.
5. Demokratik oylama, tercih edilirliği fazla olan siyasetçilerle
birleştiğinde meseleyi daha da karmaşık hale getirmektedir.
Amacımız, her bir düşünürün göç konusundaki görüşlerini,
konuyla ilgili yazılarından alıntılar yaparak sunmaktır.
Konuya Ludwig von Mises ile başlıyoruz. Mises 1. Dünya savaşı
sırasında Avusturya-Macaristan Ordusu'nda bir subay olarak görev
yaparken tanık olduğu ölüm ve yıkımdan etkilenerek kaleme aldığı
“Liberalizm” adlı eserinde insan göçü konusuna uzun uzadıya
değinmiştir.
“Liberalizm”in Hareket Özgürlüğü başlıklı bölümünde Mises, göç
konusuna hem ekonomik hem de sosyal açılardan yaklaşmaktadır:
“Öncelikle sendikalar açısından ardından da ulusal korumacılık
politikaları açısından":
“Dolayısıyla göçü kısıtlama politikalarını ekonomik gerekçelerle
meşrulaştırma girişimleri daha baştan başarısızlığa mahkumdur. Göçe
yönelik uygulanan engellerin insan emeğinin üretkenliğini azalttığına
dair en ufak bir şüphe olamaz. Amerika Birleşik Devletleri ya da
Avustralya'daki sendikalar kendi özel ayrıcalıklarını güvence altına
almak için göçü engellediklerinde, sadece dünyanın geri kalan
ülkelerindeki işçilerin çıkarlarına karşı değil, aynı zamanda diğer
herkesin çıkarlarına karşı da mücadele etmiş olurlar. Tüm bunlara
rağmen, göç konusunda tam bir özgürlüğün tesis edilmesiyle insan
emeğinin genel üretkenliğinde meydana gelecek artışın, Amerikan ve
Avustralya sendikalarının, yabancı işçilerin göçü nedeniyle
karşılaşabilecekleri zararları tamamen telafi edip edemeyeceği hususu
hâlâ belirsizliğini korumaktadır.”
O halde göç kısıtlamaları, tıpkı ticari mallar üzerinde uygulanan
kısıtlamalarda olduğu gibi işgücü üzerinde de gayr-i iktisadi engeller
oluşturmaktadır. Bunlar, tıpkı koruyucu ücret tarifeleri gibi, ücretleri
yapay olarak sabit tutma işlevi görürler.
Ancak Mises kitlesel göçlerle bağlantılı olarak ortaya çıkması beklenen
kültürel sorunları görmezden gelmiyordu:
“Amerika Birleşik Devletleri ve Avustralya'daki işçiler, politikalarını
desteklemek için dayanacakları başka argümanlara sahip olmasalardı,
göçe kısıtlama getirilmesinde başarısız olabilirlerdi.
Ne de olsa, bugün bile bazı liberal ilke ve fikirlerin gücü o kadar
büyüktür ki, azami üretkenliğe ulaşmaya yönelik çıkarların üstünde
daha yüksek ve daha önemli olduğu iddia edilen kaygılar olmadığı
sürece kimse bu fikirlerle mücadele edemez. Koruyucu ücret
tarifelerinin haklı gösterilmesi için "ulusal çıkarların" nasıl
gerekçelendirildiğini daha önce gördük. Aynı kaygılar göçün
kısıtlanması için de öne sürülmektedir.Herhangi bir göç engelinin
olmaması durumunda, Avrupa'nın nispeten aşırı nüfuslu
bölgelerinden gelen büyük göçmen gruplarının Avustralya ve
Amerika'yı istila edeceği ileri sürülmektedir. O kadar kalabalık biçimde
gelecekler ki, zamanla uyum sağlamaları mümkün olmayacaktır.
Zamanında kendilerini geniş bir alana yayan küçük göçmen grupları,
Amerikan toplumunun bünyesine hızla entegre olmuşlardı. Bundan
sonraki göçmenler Amerikan topraklarına vardıklarında münferit
göçmenler zaten yarı yarıya uyum sağlamış durumdaydı. Bu durumun
günümüzde değişeceğine ve Anglosaksonların Birleşik Devletler'deki
üstünlüğünün ya da daha doğru bir ifadeyle münhasır hâkimiyetinin
yok olacağına inanılmaktadır. Özellikle de Asya'daki halkların yoğun
göçlerinden korkulmaktadır. Bu korkular Birleşik Devletler açısından
belki abartılı olabilir. Fakat Avustralya için kesinlikle abartılı değildir.
Avustralya yaklaşık olarak Avusturya ile aynı nüfusa sahiptir; ancak
yüzölçümü Avusturya'dan çok daha büyüktür ve doğal kaynakları
kesinlikle kıyaslanamayacak kadar zengindir. Avustralya'nın göçe açık
olması halinde, nüfusunun birkaç yıl içinde çoğunlukla Japon, Çinli ve
Malaylardan oluşacağı büyük bir olasılıkla öngörülebilir.”
Mises, milliyetçilik ve sömürgeciliğe şiddetle karşı olmasına rağmen,
"istila" konusunda endişelenenlerin doğal korkularını anlamış ama
aynı zamanda da Locke'çu bir iskân görüşünü kabul etmiştir:
“Bugün çoğu insanın yabancı uyruklulara karşı hissettiği nefretin,
düşmanlığı barışçıl bir çözüme kavuşturamayacak kadar büyük olduğu
açıktır. Avustralyalıların İngiliz uyruklu olmayan Avrupalıların göçüne
gönül rızasıyla müsamaha göstermeleri ve Asyalıların da kıtalarında iş
ve kalıcı bir yuva aramak isteyenlere hoşgörüyle yaklaşmaları söz
konusu bile olamaz.
İngiliz kökenli Avustralyalılar, bu toprakları yerleşime ilk açanların
İngilizler olmasının, İngiliz halkına tüm kıtanın münhasır mülkiyeti
konusunda özel haklar verdiğini iddia etmektedir.”
Ancak eski Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun bir evladı olan
Mises, kendi kaderini tayin hakkının değerini şovenizmden çok farklı
bir şey olarak açıkça anlamıştı. Azınlıkların yaşadığı sorunlar göz ardı
edilemezdi:
“Bu elverişli topraklarda ikamet edenler, bir gün kendi ülkelerinde
azınlık durumuna düşmekten ve böylece, tıpkı bugün Çekoslovakya,
İtalya ve Polonya'da Almanların maruz kaldığı türden bir zulme
uğramaktan korkmaktadırlar. Bu korkuların haklı olduğu inkar
edilemez. Bugün devletin sahip olduğu muazzam güç nedeniyle,
herhangi bir azınlık, kendisinden farklı olan bir çoğunluktan
gelebilecek her türlü kötülüğü göz önünde bulundurmalıdır.
İktidardaki çoğunluğun adalet kisvesi altında her fırsatta zulüm
uyguladığı bir devlette yaşamak oldukça korkunçtur.
Kişinin sırf uyruğu nedeniyle daha çocukken okulda engellenmesi ve
bir azınlığa mensup olduğu için her türlü adli ve idari merci önünde
haksız duruma düşmesi dehşet vericidir.”
Dr. Joe Salerno'nun "Mises on Nationalism, the Right of SelfDetermination, and Problem of Immigration" adlı ufuk açıcı
makalesinde işaret ettiği gibi, Mises "militan" ya da "saldırgan"
milliyetçilik ile kendi ülkesinde tahakküm kurmaya ya da yabancı
ülkeleri sömürmeye çalışmayan barışçıl, liberal milliyetçilik arasında
ayrım yapmak konusunda son derece dikkatliydi:
“Dolayısıyla Mises için mesele hiçbir zaman milliyetçilik ile yavan,
atomistik bir "globalizm" arasında seçim yapmak değildi; gerçek seçim
ya kozmopolit, evrensel bireysel hakları ve serbest ticareti
benimseyen milliyetçilik ya da diğer ulusları boyunduruk altına almaya
ve ezmeye niyetli militan milliyetçilikti. O, liberalizm karşıtı
milliyetçiliğin yükselişini, kraliyet despotizminin savaş ya da devrim
yoluyla devrilmesinin ardından yeni siyasi oluşumların oluşumunda
kendi kaderini tayin hakkının ve milliyet ilkesinin tutarlı bir şekilde
uygulanmamasına bağladı. Bunun sonucunda din, dil, etnisite vb.
açılardan farklılaşan halklar, keyfi siyasi bağlarla yapay ve istemsiz bir
şekilde birbirlerine bağlandılar. Bu çok dilli, karma uluslu devletlerin
kaçınılmaz sonucu, azınlıkların çoğunluk tarafından bastırılması,
devlet aygıtının kontrolü için şiddetli mücadeleler ve birbirlerine karşı
derin ve köklü bir nefretin yaratılması oldu.”
Salerno ayrıca Mises'in sadece liberal, serbest piyasacı hükümetlerin
tamamen serbest göç kavramını kabul edebileceği yönündeki güçlü
görüşüne de dikkat çekmektedir:
“Dolayısıyla Mises, müdahaleci siyasi rejimler revaçta olduğu sürece
göçü her zaman ve her yerde "çözümü olmayan" bir "sorun" olarak
görür. Ancak, farklı bir ulusun üyeleri tarafından devlet sınırlarının
geçilmesi, yerli ulus için herhangi bir siyasi tehlike yaratmadığında,
"göç sorunu" ortadan kalkacak ve tüm bireyler ve halklar için karşılıklı
ekonomik avantajlar yaratan zararsız bir emek göçü haline gelecektir.
Mises'in bakış açısına göre, göç sorununun çözümü, mevcut sabit
sınırlara sahip devletler arasında "hareket özgürlüğü" gibi muğlak,
geçici bir hakkı yasalaştırmak değildir. Bunun yerine, laissez-faire
liberal devriminin tamamlanarak, devlet sınırlarının kendi kaderini
tayin hakkı ve milliyet ilkesine uygun olarak sürekli yeniden çizilmesini
sağlayarak özel mülkiyet haklarının güvence altına alınmasıdır.
Ancak o zaman dinamik ekonominin ihtiyaç duyduğu emeğin dünya
çapında sürekli ve zenginlik yaratacak şekilde yeniden tahsisi, siyasi
çatışmalara yol açmadan barışçıl bir şekilde gerçekleştirilebilir.”
Lew Rockwell'in de belirttiği gibi, Mises bu açılardan bakıldığında
bugün "açık sınırları" savunanlar tarafından benimsenmemektedir.
Mises bir tür liberal ulusçuluğa inanıyordu. -ve kültürel, dilsel ve tarihî
bağlar boyunca siyasi bölümlenmeleri savunuyordu- O bir demokrat,
faydacı ve gerçekçiydi; kozmopolitizm görüşü, sınırların olmadığı
devletsiz bir dünya vizyonuna kadar uzanmıyordu. Ancak Birinci
Dünya Savaşı'ndaki deneyimlerinin ve Viyana'dan Londra'ya pasaport
göstermeden trenle gitme özgürlüğünü yaşamış olmasının göç
konusundaki görüşlerini güçlü bir şekilde etkilediğini varsaymak yanlış
olmaz.
Mises'in göçle ilgili daha fazla çalışması için 1919 tarihli Nation, State,
and Economy'ye ve Matt McCaffrey'in seçkin okumalarını içeren bu
makaleye bakınız. Şaşırtıcı bir şekilde, büyük eseri Human Action,
savaş zamanında saldırganlar için göç engellerinin kaldırılamayacağına
dair gözlemleri dışında, göç meselesine ilişkin fazla referans içermez.
Çeviren: Howard Phillips

Yorumlar
Yorum Gönder