Bruce Gilley - Kolonyalizm için Bir Savunma













Giriş


Bilindiği üzere Batı kolonyalizmi geçtiğimiz yüz yıl boyunca oldukça kötü bir şekilde anıldı. Günümüzde Kolonyalizm uluslararası ilişkilerden neredeyse tamamen silinmiş durumda ve siyasi bir fikri ya da rakibi itibarsızlaştırmak için "kolonyalizm" diye yaygara koparmaktan daha kolay bir yol yoktur. Güney Afrikalı muhalif siyasetçi Helen Zille 2017 yılında Singapur'un başarısının kısmen "kolonyal mirasın değerli yönleri üzerine inşa etme" becerisinden kaynaklandığını tweetlediğinde, basın tarafından karalandı, partisi tarafından cezalandırıldı ve ülkenin insan hakları komisyonu tarafından soruşturma altına alındı. Bu aşağılayıcı anlamın yeniden değerlendirilmesinin tam zamanıdır. Dolayısıyla koloniciliğin her zaman ve her yerde kötü bir şey olduğu fikri, yüzyıllık koloni karşıtı rejimlerin ve politikaların yarattığı ağır insani kayıplar ışığında yeniden düşünülmelidir. Batı kolonyalizmi konusunda yürütülecek çalışmalar, geçmişi yeniden düşünmenin yanı sıra geleceği iyileştirmekle de ilgilidir. Bu, Batı kolonyalizminin büyük bir bölümünde Üçüncü Dünya toplumlarının çoğunun yaşam koşullarında iyileşmelere yol açan insan yaşamının, evrensel değerlerin ve ortak sorumlulukların -korkutucu ifadeler kullanılmadan uygarlaştırma misyonunun - önceliğini yeniden teyit etmeyi içerir. Aynı zamanda bu faydaların tekrar nasıl ortaya çıkarılacağını öğrenmeyi de içerir. Batılı ve Batılı olmayan ülkeler, etkin yönetişim ve uluslararası düzene olan bağlılıklarının bir parçası olarak kolonyal araçları ve dili geri kazanmalıdır. Koloniciliği yeniden canlandırmanın üç yolu vardır. Birincisi, gelişmekte olan ülkelerdeki hükümetlerin ve halkların, Singapur, Belize ve Botsvana gibi başarılı ülkelerin yaptığı gibi, geçmişlerindeki kolonyal yönetişimi mümkün olduğunca taklit etmeleridir. Yoksul ülkelerin kendi kendilerini yönetme kapasiteleri hakkında çok fazla varsayım içeren "iyi yönetişim" politikası, "kolonyal yönetişim" politikasıyla değiştirilmelidir. Bunun ikinci bir yöntemi de bazı bölgeleri yeniden kolonileştirmektir. Batılı ülkeler, yoksul devletlerde kalıcı reformların başlatılması amacıyla belirli yönetişim alanlarında (örneğin kamu maliyesi ya da ceza adaleti) iktidarı ellerinde tutmaya teşvik edilmelidir. "Ortak egemenlik" ya da "neotrusteeship" gibi üstü kapalı ifadeler kullanmak yerine, bu tür eylemler " kolonyalizm" olarak adlandırılmalıdır çünkü ancak bu şekilde tarihsel kayıtlardan kaçmak yerine onları kucaklamak mümkün olacaktır. Üçüncü olarak, bazı durumlarda sıfırdan yeni Batı kolonileri inşa etmek mümkün olabilir. Kolonyalizm (bir yönetim tarzı ya da Batı otoritesinin bir uzantısı olarak) ancak kolonileştirilenlerin rızasıyla yeniden ortaya çıkabilir. Bununla birlikte, talihsiz toplumları ani bir dekolonizasyona zorlayan milliyetçi nesil artık öldüğüne göre, kolonilerin yeniden canlandırılması için uygun zaman gelmiş olabilir. Sèbe, Afrika'da Batı kolonyalizminin kurucu figürlerinin (Zambiya'da Livingstone, Nijerya'da Lugard ve Kongo'da de Brazza gibi), romantize edilmiş koloni öncesi dönemin ve hayal kırıklığı yaratan koloni sonrası dönemde benimsenen yönetim anlayışlarının parlaklığını yitirdiği şu günlerde, söz konusu ülkelerde resmi ve toplumsal açıdan yeniden saygı görmeye başladığını belgelemiştir.¹ Kinshasa sokaklarında yaşayan genç bir adamın Kongo üzerine 2010 yılında yazdığı ufuk açıcı kitabında Van Reybrouck'a sorduğu gibi: "Bu bağımsızlığımız daha ne kadar sürecek? Belçikalılar ne zaman geri gelecek?"²

Kolonyalizm Karşıtı Eleştirinin Üç Kusuru


Batı kolonyalizminin -genellikle on dokuzuncu yüzyılın başlarından yirminci yüzyılın ortalarına kadar İngiliz, Fransız, Alman, Belçika, Hollanda ve Portekiz kolonilerine atıfta bulunarak- geçmişteki siciline yönelik yapılan savunmalar, iki farklı eleştiri hattını geçersiz kılmayı temel almaktadır: objektif olarak zararlı olduğu (faydalı olmaktan ziyade); ve sübjektif olarak gayrimeşru olduğu (meşru olmaktan ziyade). Buna ek olarak, gözden geçirilmesi gereken üçüncü bir eleştiri hattı daha vardır: çağdaş toplumun hassasiyetlerine yönelik rencide edici olduğuna dair eleştiriler. Nesnel maliyet/fayda yaklaşımı, insani gelişmenin belirli bir ihtiyacını - kalkınma, güvenlik, yönetişim, haklar vb.- tanımlar ve ardından kolonyalizmin bu ihtiyacı nesnel olarak karşılamada gelişme mi yoksa gerileme mi yarattığını sorar. Bu araştırmadaki temel zorluklardan biri, önemli olan şeyleri doğru bir şekilde sıralamak ve ardından da bunlara muhtemelen zaman ve mekana göre değişen farklı değerler atfetmektir. Örneğin Andreski'nin belirttiği üzere koloni döneminde Kuzey Nijerya'daki kadınların durumunda olduğu gibi, acımasız bir ataerkil toplumda kadınlar için adalete erişim, yerli toprak haklarının korunmasından (bu ataerkilliğin bir parçası olabilir) daha önemli olabilir. ³ İkinci bir zorluk da karşılaştırmalı olgusal durumu ölçmektir: belirli bir yerde kolonyal yönetim olmasaydı muhtemel olarak ne olurdu? Örneğin birçok araştırma modeli, kolonyal yönetimin kendisinde ve kolonyalizmle birlikte var olan çeşitli diğer faktörlerde (kültürel normlar, coğrafya, nüfus, hastalık yükü vb.) meydana gelen değişiklikleri kontrol etmektedir. Ancak bu çalışmalar kolonyalizmin varlığı ya da yokluğu konusunda herhangi bir kontrol yapmamaktadır (örneğin Acemoğlu ve meslektaşları tarafından yapılan ve çokça atıfta bulunulan bir çalışmada). ⁴ Böyle bir olgusal karşılaştırma yapmak için yalnızca küresel sosyal, ekonomik ve teknolojik eğilimlerin değil, aynı zamanda yerel kalkınmanın, bölgesel faktörlerin ve Batı ile kolonyal nitelikte olmayan, denetimsiz bir etkileşimin olası seyrini de ölçmeyi gerektirir. Önemli bir kolonyal geçmişe sahip olmayan ülkeler - örneğin Çin, Etiyopya, Liberya, Libya, Suudi Arabistan, Tayland, Haiti ve Guatemala - kolonyalizmin ayırt edici etkilerinin neler olduğunu belirlemeye yardımcı olacak bir karşılaştırma ölçütü sağlar. Aynı şekilde, örneğin Biber'in koloni öncesi Namibya üzerine yaptığı çalışmada görüldüğü üzere, neredeyse tanımı gereği nispeten zayıf kurumları, bölünmüş toplumları ve asgari düzeyde geçimini sağlamaya yönelik ekonomik yapıları ortaya koyan koloni öncesi tarihlere ilişkin araştırmalar da aynı etkiyi yaratmaktadır. ⁵ Bu karmaşıklıklardan bazılarına dikkat çeken Abernethy, nesnel maliyet/fayda meselesini şu şekilde özetlemektedir: " Eğer kolonyal yönetim, öz yönetim konusunda eğitim, maddi refah, iş gücü dağılımı seçenekleri, bireysel gelişim, kültürler arası iletişim ve insan onuru gibi hususlarda, Avrupa yönetimi olmasaydı muhtemelen ortaya çıkacak durumla karşılaştırıldığında, olumlu bir etkiye sahipse, o zaman kolonyalizm için güçlü bir gerekçe söz konusudur. Buna karşılık, eğer yabancı bir yönetimin yarattığı etkiler söz konusu coğrafyanın olası alternatif geçmişine kıyasla olumsuz ise, o zaman kolonyalizm ahlaki açıdan savunulamaz." ⁶ Bu gereksinimlerin ötesinde, basit bir epistemik erdemler listesi bulunmaktadır. Örneğin, önyargısız bir şekilde veri toplama ve vaka seçimi, ilgili hipotezi doğrulamaktan uzak bir şekilde kanıt toplanmasını gerektirir. Örneğin, koloni dönemi sırasında meydana gelen şiddetin düzeyine ilişkin herhangi bir iddiada bulunuluyorsa, yalnızca koloni yönetimi olmadan meydana gelebilecek şiddetin boyutu hakkında varsayımlar yapmak yeterli değildir. Aynı zamanda bu şiddetin belirli bir bölgedeki nüfus, güvenlik tehdidi ve güvenlik kaynaklarına göre dikkatli bir şekilde ölçülmesi de gerekir. Yani, bu prensipler, tarafsız ve doğru bir şekilde bilgi elde etmenin önemli adımlarını temsil eder. Bu konuda önemli bir örnek vermek gerekirse, İngilizlerin 1952'den 1960'a kadar Kenya'da Mau'ya karşı yürüttüğü kontrgerilla harekâtı üzerine yapılan geniş kapsamlı eleştirel çalışmalarda, özellikle de Elkins'in iğneleyici çalışmalarında bu tür bir ölçüme rastlamak oldukça zordur.⁷ Daniels, "eğer İngilizler Kenya'yı Mau'ya teslim etmiş olsaydı, anarşi ve daha fazla iç savaş, hatta belki de soykırım yaşanırdı" demektedir.⁸ İsyana katılanlar kadar çok sayıda Kenyalı da Kikuyu Home Guard örgütüne ve isyancılar için kurulan özel hapishane servisine katılmıştır ve bağımsız Kenya hükümeti, hareketin bastırılmasında İngilizlerin tarihi katkısını uzun zamandır takdir etmektedir.⁹ En azından akademisyenlere düşen görev, İngilizlerin bu harekât sırasında uyguladıkları vahşetin, tehdidin bağlamı ve ölçeği göz önünde bulundurulduğunda orantılı bir tepkinin sonucu olmadığını göstermektir. Eğer bu sağlam olduğu varsayılan dava sallantılıysa, o zaman sıklıkla kolonyalizmi geçersiz kılmak için atıfta bulunulan düşük düzeydeki "şiddet" hakkında bize ne söyleyecektir? Epistemik erdemler açısından belki de en korkutucu olan ihlal iç tutarlılık (ya da çelişkisizlik) ilkesine yöneliktir. Young'ın sadece iki sayfalık kısa yazısında da görüldüğü üzere, seçkin akademisyenler, kolonyalizmin hem fazlasıyla yıkıcı olduğu hem de sınırlar, yönetim kurumları, ekonomik sistemler veya sosyal yapılar açısından bakıldığında yeterince yıkıcı olmadığı gibi mantıksal olarak çelişkili iddiaları tekrar tekrar dile getirmektedir.¹⁰ Özellikle Afrika bilimciler, hem kolonyalizmin çok az devlet kurduğunu savunan Herbst'in hem de çok fazla devlet kurduğunu savunan Young'ın çalışmalarını alkışlamaktadır.¹¹ Lefebvre'nin dikkat çektiği bir çelişki de yeni bölgesel sınırların toplumsal bütünleşmeyi zorladığı, eskilerinin ise kabileciliği güçlendirdiği yönünde yapılan eleştirilerdir.¹² Marksist akademisyenler ise kolonyalizmi, hem halk sağlığına ve altyapıya yatırım yapmadığı (emeği hiçe saydığı) için hem de yaptığı (emeği sömürmek için) için hatalı bulmuşlardır.¹³ Hatta bu anlayışa göre kolonyalizm, yoluna çıkan her iyi şeyi (kabile şefleri ya da etnik kimlik gibi) silip süpüren ve yoluna çıkan her kötü şeyi (kabile şefleri ya da etnik kimlik gibi) kalıcı hale getiren neredeyse sihirli güçlere sahiptir. Son olarak, yanlışlama gibi basit bir epistemik erdem daha vardır. Bu, en çok kolonyalizmin şüphesiz bir faydası olan köle ticaretinin kaldırılması olayının ele alınışında göze çarpmaktadır. Kolonyalizm karşıtı eleştirmenler, "kolonyalizm kötüdür" şeklindeki perspektiflerini en fazla zorlayan konu olduğu için bu mesele üzerinde kıvranıp dururlar. Sonuç olarak sürekli bir revizyonist akım ortaya çıkmaktadır: yeterince hızlı bir şekilde gerçekleşmedi; karmaşık nedenler vardı; tüm koloni yetkilileri bunu desteklemedi; eski köleler fakir, eski köle sahipleri zengin kaldı; en başta hiç var olmamalıydı.¹⁴ Elbette ki tüm araştırmalar yukarıda belirtilen temel hükümlere ters düşmemektedir. Juan ve Pierskalla'nın yaptıkları literatür taramasında da görüldüğü üzere, kontrollerin kavramsallaştırılması ve ölçülmesinde dikkatli davranan, uygulanabilir bir karşı olgu oluşturan, maliyet ve faydaların haklı bir şekilde ağırlıklı olarak ele alındığı birden fazla unsuru içeren ve temel epistemik erdemlere bağlı kalan araştırmalar, Batı kolonyalizmi dönemlerinin çoğunun olmasa da en azından bazılarının net fayda sağladığını ortaya koymaktadır.¹⁵ Bu tür çalışmalar, kolonyalizm altında önemli sosyal, ekonomik ve siyasi kazanımlar elde edildiğine dair kanıtlar bulmuştur: eğitimin yaygınlaştırılması; kamu sağlığının iyileştirilmesi; köleliğin kaldırılması; istihdam olanaklarının genişletilmesi; yönetimin iyileştirilmesi; temel altyapının oluşturulması; kadın hakları; dokunulmaz veya tarihsel olarak dışlanmış topluluklara hak tanınması; adil vergilendirme; sermayeye erişim; tarihsel ve kültürel bilgi üretimi; ve ulusal kimlik oluşumu, bunlardan bazılarıdır.¹⁶ Bu da kolonyalizm karşıtı eleştirilerin ikinci bir başarısızlığına yol açmaktadır. Nesnel maliyet ve faydaların zaman ve mekana göre değiştiği göz önüne alındığında, bir başka yaklaşım da basitçe bundan etkilenen kişilerin yargılarına başvurmaktır. Öznel meşruiyet yaklaşımı, kolonyalizme maruz kalan insanların inançları ve faaliyetleri vasıtasıyla kolonyalizmi haklı görüp görmediklerini sorgulamaktadır. Hechter'in gösterdiği gibi, yabancı egemenliği dünya tarihinde çoğu zaman meşru olmuştur çünkü yerli alternatiften daha iyi bir yönetim sağlamıştır.¹⁷ Ancak kolonyalizm karşıtları basitçe kolonyalizmin Hopkins'in ifadesiyle "halkın meşruiyetinden yoksun yabancı bir dayatma" olduğunu ileri sürmektedir.¹⁸ Aslında çok geç dönemlere kadar Avrupa kolonyalizmi son derece meşruydu ve geçerli nedenlere dayanıyordu. Milyonlarca insan kolonyal yönetimin daha yoğun olduğu bölgelere taşındı, çocuklarını kolonyal okullara ve hastanelere gönderdi, kolonyal hükümetlerdeki pozisyonlarda göreve çağrılmanın da ötesine geçti, kolonyal polise suç ihbarında bulundu, kolonileştirilmemiş bölgelerden kolonileştirilmiş bölgelere göç etti, kolonyal ordular için savaştı ve kolonyal siyasi süreçlere katıldı; bunların hepsi nispeten gönüllü eylemlerdi. Gerçekten de, Batı kolonyalizminin ilgili nüfuslara ve coğrafyalara göre oldukça az bir güç kullanarak hızla yayılması ve varlığını sürdürmesi, uygulanabilir alternatiflere kıyasla uyruklar tarafından kabul gördüğünün ilk kanıtıdır. Abernethy'nin gösterdiği gibi, kolonyalizmin "koruyucuları", "kolaylaştırıcıları" ve "işbirlikçileri", en azından çok geç dönemlere kadar, " direnişçilerden" çok daha fazla sayıdaydı: "İmparatorluğun genişlemesi çoğu zaman sadece Avrupalıların zorlamasıyla değil, aynı zamanda yerlilerin desteğiyle de gerçekleşmiştir."¹⁹ Borneo'da, Brunei Sultanı 1841'de bir İngiliz gezgin olan James Brooke'u kaotik Sarawak eyaletinin rajahı (yönetici) olarak atadı. Düzen ve refah o kadar arttı ki 1888'de bir İngiliz himayesi kurulduğunda bile Sultan 1946'ya kadar burayı Brooke ailesinin kontrolünde bırakmayı tercih etti.²⁰ İkinci Dünya Savaşı sırasında Gold Coast valisi olan Sir Alan Burns şöyle demiştir: "Gold Coast halkı bizi denize dökmek isteseydi, onları engelleyecek çok az şey vardı. Ancak bu, halkın boş sadakat protestolarıyla değil, orduda hizmet edecek adamlarla ... ve savaş fonlarına ve savaş hayır kurumlarına verdikleri cömert hediyelerle binlerce kişinin öne çıktığı zamandı. Bu, İngiliz yönetiminden bıkmış insanlar için oldukça ilginç bir davranıştı."²¹ Çoğu koloni bölgesinde, tebaa halklar ya rakip gruplardan gelen ciddi güvenlik tehditleriyle karşı karşıyaydı ya da modernleşmiş ve liberal bir devlet tarafından yönetilmenin faydalarını görüyordu. Çok geç bir dönemde kolonyalizm karşıtı bir ajitatör haline gelen Patrice Lumumba, 1962 tarihli otobiyografisinde Belçika kolonyal yönetimini "insanlık onurumuzu geri kazandırdığı ve bizi özgür, mutlu, dinç ve medeni insanlara dönüştürdüğü" için övmüştür.²² Chinua Achebe'nin kolonyalizm yanlısı pek çok ifadesi ise kolonyalizm karşıtı ideoloji tarafından adeta hafızalardan silinmiştir.²³ Bu tür kanıtları dikkate alan az sayıdaki akademisyen ise bunları genellikle bir tür yanılgı biçimi olarak görmektedir.²⁴ Kolonyalizm karşıtı eleştirinin kolonyalizmin nesnel faydaları ve öznel meşruiyeti ile hesaplaşmadaki başarısızlığı, üçüncü ve daha derin bir başarısızlığa işaret etmektedir: Bu eleştiri hiçbir zaman, yanlışlanmaya açık, ortak araştırma standartları ile gerekçelendirilmiş bilimsel bir iddia anlamında "doğru" olmayı amaçlamamıştır. Kolonyalizm karşıtı düşüncelerin kökenleri siyasi ve ideolojiktir. Bu düşüncelerin asıl amacı tarihsel doğruluk değil, çağdaş savunuculuktur. Günümüzde aktivistler "dekolonizasyon" (ya da "postkolonyalizm") kavramını her türlü radikal toplumsal dönüşümle ilişkilendirmekte, bu da istemeden de olsa tarihi sonuçları günümüz çabalarına bağlamaktadır. Tarihsel gerçeklerden koparılan postkolonyalizm, Williams'ın deyimiyle metropolitan bir flaneur tavır ve performans kültürüne dönüştü; bu kültürün yakın zamandaki başarıları arasında Üçüncü Dünya ülkelerinde yaşanan sadomazoşizmin yüceliklerinin araştırılması ve daha önce hiç kolonyalizm deneyimi yaşamamış ülkelerde kolonyalizmin yarattığı dehşet üzerine gelişen bir literatür yer alıyor.²⁵ Kolonyalizm karşıtı eleştirilerin bu üçüncü başarısızlığı belki de en zarar verici olanıdır. Bu sadece tarihsel hakikatin önünde bir engel değildir, ki bu da başlı başına büyük bir kötülüktür. Bu eleştiri, çağdaş bir savunuculuk aracı olarak bile kendi kendini yaralar. Zira koloni sonrası Güney Afrika devletinin Helen Zille'ye uyguladığı baskının da gösterdiği gibi, esasen kolonyal tarihi bir propaganda silahı haline getirmektedir. Englund, Zambiya'daki koloni dönemi gazetelerini incelediği çalışmasında, "Koloni karşıtı duygulara dair bir meta-anlatının görünmez kılabileceği şey, insanların koloni karşıtı ya da yanlısı ifadeler kullanmadan (belirli ideolojik kategorilere sıkışmadan) gelecekte ortaya çıkabilecek yeni fırsatlar ve imkânlar üzerinde hak iddia etme yollarıdır." "Tüm akademik ilgiyi bu dönemde farklı aktörlerin koloni yönetimini nasıl sona erdirmeye çalıştıkları sorusuna yöneltmek, kolonici ve koloni karşıtı gündemler arasında hiçbir kuramsal alana izin vermeyen ve böylece diğer olasılıkları bilimsel ve ahlaki tahayyül için ulaşılamaz kılan sınırlayıcı bir koloni karşıtı meta-anlatıya boyun eğmektir."²⁶

Anti-kolonyalizmin Sonuçları


İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana küresel ölçekte gelişen kolonyalizm karşıtlığının iç ve uluslararası ilişkiler üzerindeki zararlı etkilerini abartmak zordur. Milliyetçi elitler, Avrupalı kolonicilerin piyasa ekonomilerini, çoğulcu ve anayasal yönetimlerini ve rasyonel politika süreçlerini yok etmeye yönelik çağrılarla cahil halkları harekete geçirirken, kolonyalizm karşıtlığı bir çok ülkeyi kasıp kavurdu. Yaşanan zulümler için "özür dileme çağında", göze çarpan sessizliklerden biri de kolonyalizm karşıtı taraftarların Üçüncü Dünya halklarına yönelik gerçekleştirdikleri pek çok zulüm için özür dilememesi yönünde olmuştur.²⁷ Bu durumu Gine-Bissau ve onun sömürge karşıtı "kahramanı" Amilcar Cabral'dan daha iyi anlatan çok az örnek vardır. Cabral, 1963 yılında Portekiz yönetimine karşı bir gerilla savaşı başlatırken "halkımız için her şeyi mümkün kılmak için ülkemizdeki koloni yönetiminin tüm yönlerini tamamen yok etmek, kırmak ve kül haline getirmek gerektiği" konusunda ısrar etti.²⁸ Hedef tahtasında, 1936 yılında bölgeyi kontrol altına aldıktan sonra pirinç üretimini dört katına çıkaran ve ortalama yaşam süresinde sürekli artışlar sağlayan başarılı bir koloni yönetimi vardı.²⁹ Cabral, kendi ifadesiyle, "halkını hiçbir zaman kolonyalizme karşı mücadele temelinde harekete geçiremedi".³⁰ Bunun yerine Küba, Rusya ve Çekoslovakya'dan silah ve talim eğitimi, İsveç'ten de ekonomik yardım aldı. Bunun sonucunda ortaya çıkan savaş 600.000 kişilik nüfustan on beş bin kişinin ölümüne yol açmakla kalmadı, aynı zamanda 150.000 kişiyi de (nüfusun dörtte biri) yerinden etti. 1974'te "bağımsızlık" sağlandıktan sonra, çatışmaların doğrudan bir sonucu olarak en az 10.000 kişinin daha hayatına mal olan ikinci bir insanlık trajedisi ortaya çıktı. 1980'e gelindiğinde pirinç üretimi yüzde 50'den fazla azalarak seksen bin tona düşmüştü (Portekizliler döneminde 182.000 tonla zirve yapmıştı). Politika, Forrest'ın deyimiyle "eski devrimcilerin hırçın gürültüsü" haline geldi.³¹ Cabral'ın başkan olan üvey kardeşi, gizli polis teşkilatını muhalefetin üzerine saldı. 1981'de muhalifler için açılan üç toplu mezarda beş yüz ceset bulundu.³² Geriye kalan nüfusun onda biri Senegal'e doğru kaçtı.³³ Cabralcı tek parti devleti on beş bin memurla, zirvedeki Portekiz yönetiminden on kat daha büyük bir sayıya ulaştı.³⁴ Kafası karışmış Marksist akademisyenler ise kolonyalizm mirasını, hava durumunu ya da İsrail'i suçladılar.³⁵ Sonrasında işler daha da kötüye gitti. BM'nin aşağı yukarı daimi bir koruma gücüne sahip olan Gine-Bissau, "continuadores de Cabral" (Cabral'ın halefleri) Dünya Bankası'nın "süregelen siyasi kargaşa" olarak adlandırdığı bir ortamda didişirken milyonlarca dolarlık yardım almaya devam ediyor.³⁶ Bugün Gine‑Bissau'da kişi başına düşen pirinç üretimi, kırk yıllık uluslararası yardım ve teknolojik ilerlemelere rağmen Portekizliler dönemindekinin yalnızca üçte biri kadardır. Sağlık alanındaki gelişmeler ise bağımsızlıktan sonra önemli ölçüde yavaşladı. 2015 yılına gelindiğinde, ortalama bir Gine-Bissau'lu sadece elli beş yaşına kadar yaşıyordu; bu da bağımsızlıktan bu yana yılda sadece 0,3 yıl fazladan yaşam kazanımı anlamına geliyordu ki bu da geç koloni döneminde kazanılan yılda 0,73 ekstra yaşam yılının yarısından daha azdı. Afrika'nın müreffeh ve insancıl bir Makao'su ya da Goa'sı olabilecek yer bugün insani acılarla dolu bir lağım çukurudur. Batılı ve Afrikalı kolonyalizm karşıtı akademisyenler Cabral'ın "ulusal kurtuluş" fikirlerini yüceltmeye devam ediyor.³⁷ Ama aslında Gineliler muhtemelen şunu soruyorlardır: Portekizliler ne zaman geri dönecek? Gine-Bissau uç bir örnek gibi görünüyor. Ama aslında öyle değil. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kolonyal "boyunduruğu" üzerinden atan seksen ülkenin en az yarısı benzer bir travma yaşarken, geri kalanların çoğu topallayarak yoluna devam etti. Altmış yıl boyunca Üçüncü Dünya ülkelerindeki despotlar, demokratik muhalefeti itibarsızlaştırmak ve ekonomilerini mahvetmek için yeniden kolonileşme korkusunu ortaya attılar. Yine de bu postkolonyal travmaların çoğu hakkında neredeyse hiçbir şey yazılmadı, çünkü Igreja'nın da belirttiği gibi, kolonyalizm karşıtı hareketlerin mağdur edici değil, mağdur olan taraf olduğu varsayılıyordu.³⁸ Tam bir Avrupa-merkezci (Eurocentric) modda olan akademisyenler, kolonyal vahşet üzerine kitaplar yazmayı ya da "kolonyal mirasların" söz konusu ülkelere kolonyalizm karşıtı liderleri tarafından vurulan darbeler ve aptallıklarla bir ilgisi olduğunu öne sürmeyi tercih etmektedirler.³⁹ Elbette koloni dönemi tamamen iyi olmadığı gibi, bağımsızlık dönemi de tamamen kötü olmamıştır. Bazı postkolonyal devletler makul bir düzeyde sağlıklı durumdadır. Ahlaki tahayyülleri kolonyalizm karşıtı ideolojilerle örtülmemiş olanlar modernite ile en verimli şekilde karşılaşmış ve W. Arthur Lewis'in deyimiyle "üçüncü dünyanın yaratıcı" liderleri olarak ortaya çıkmışlardır.⁴⁰ Ancak geri kalanların çoğu, insan refahı açısından vahim sonuçlar doğuran kolonyalizm karşıtı "protest" kimliklere saplanıp kaldı. Dünya Bankası'nın 1996 tarihli bir raporunda şöyle deniyordu: "Neredeyse her Afrika ülkesi son otuz yılda sistematik bir kapasite gerilemesine tanık oldu; çoğunluğu bağımsızlık öncesinde şu anda sahip olduklarından daha iyi kapasiteye sahipti."⁴¹ Ülkelerin kapasitelerinde yaşanan bu kayıp önemsiz değildi; on milyonlarca insanın hayatını kaybetmesi anlamına geliyordu. Ve durum iyiye gitmiyor. Örneğin, Andrews ve meslektaşlarına göre, tarihsel olarak gelişmekte olan 102 ülkeden sadece on üçü 2100 yılına kadar yüksek bir kapasiteye sahip olma yolunda ilerliyor. Bangladeş halkı, yüksek kapasiteli bir duruma ulaşabilmek için mevcut hızlarıyla 244 yıl daha beklemek zorunda kalacak.⁴² Bu eski Doğu Bengal eyaletinde iyi bir yönetim tesis etmek, (aşağıda tartışıldığı üzere) bazı değişiklikler yapılmış haliyle bile İngiltere'nin yirmi üçüncü yüzyılın ortalarına kadar zamanını alır mıydı? Bu arada uluslararası ilişkilerde Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika gibi liberal ve demokratik devletler kendilerini Batı kolonyalizminin düşmanları olarak göstermeye devam etmektedir. Chatterjee Miller'ın da gösterdiği gibi, bu eski kolonilerin dış politikaları rasyonel kişisel çıkar ya da küresel sorumluluktan ziyade mağduriyet ve hak sahibi olma duygusuyla yönlendirilmeye devam ediyor.⁴³ Bu da dünyanın ne zaman insani, siyasi ya da güvenlikle ilgili bir felakete -örneğin Sri Lanka, Venezüella ya da Zimbabwe- koordineli bir yanıt verme ihtiyacı duysa, kolonyalizm karşıtı kesimlerin bu konuda harekete geçilmesini engellemek için araya girdiği anlamına geliyor. Anlaşıldığı üzere, insan haklarına ve dünya barışına yönelik en ciddi tehdit, Birleşmiş Milletler'in 1960 yılında ilan ettiği gibi kolonyalizm değil, anti-kolonyalizmdir. Chatterjee Miller, bu kolonyalizm karşıtı görüşlere karşı "duyarlı" olmanın Batı'nın sorumluluğu olduğunu savunmaktadır. Alternatif bir görüşe göre ise Batı'nın sorumluluğu bu ulusların bu alışkanlıktan kurtulmalarına yardımcı olmaktır. Ne de olsa Britanya'nın yükselişi, Romalılardan Normanlara kadar uzanan kolonicileri kucaklama ve onları kutlama biçimlerinden kesinlikle ayrılamaz. Eğer Britanya'da kolonyalizm karşıtı duygulara meydan okunmasaydı, ülke günümüzde druidlere tapanların yaşadığı bir durgun su olurdu.

Koloni Yönetimini Yeniden Diriltmek


Entelektüeller Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana kolonyalizm karşıtı bir politika yürütmeye devam etseler de, pek çok ülke "kolonyal yönetişim" anlayışının tohumlarını yeniden ekmek üzere iç yönetimlerini değiştirmiştir. Bu gündemin "iyi yönetişim" gündemiyle pek çok ortak noktası vardır: ekonomik liberalleşme, çoğulcu siyaset ve idari düzen çoğu ülkede sosyalist çizginin yerini almıştır. Ancak kolonyal yönetişim gündemi iki açıdan iyi yönetişim gündeminden farklıdır. Birincisi, kolonyal yönetişim gündemi bir ülkenin kolonyal geçmişini açıkça onaylar ve ondan ödünç alır, bu bağlamda da yönetimle ilgili fikirler ve kavramlar arar. Burton ve Jennings'in belirttiği gibi, "bağımsızlıktan sonraki ilk on yılda ... Doğu Afrika hükümetleri, bölgesel standartlara göre oldukça başarılı yönetişim biçimleri yaratmak için genellikle kolonyal seleflerinin hem idari yapılarını hem de ideolojik kavramlarını benimsemiş veya uyarlamıştır."⁴⁴ Pek çok durumda, kolonyal bürokratlar ve polis yeni bağımsız hükümetler tarafından yeniden görevlendirildi. Bağımsızlıkta terk edilen bu kolonyal yörüngenin geri kazanılması, kolonyal yönetişim gündeminin anahtarıdır. Kolonyalizm karşıtı bir "kahraman" olan Chinua Achebe, kendi ülkesi Nijerya'da kolonyalizmin yönetişime olumlu katkılarını açıkça teyit eden bir hatırat kaleme aldıktan sonra hayatını kaybetmiştir: "İngiliz kolonilerinin az ya da çok ustalıkla yönetildiği gerçeğiyle yüzleşmek önemlidir" diye yazdı.⁴⁵ Msiska'nın deyimiyle Achebe'nin "söylenemeyeni dile getirmesi" konusunda önemli olan, "yaşanabilir bir topluluk olarak kolonyal ulusal oluşumu" yeniden keşfetmesiydi.⁴⁶ Bunun, kamu hizmetlerinin nasıl organize edileceği, federalizmin nasıl yönetileceği ve eğitimin nasıl teşvik edileceği üzerinde somut etkileri olmuştur. Bir ülkenin geçmişinde yer alan demokratik dönemler gibi, koloni dönemleri de yaşanabilir bir geçmiş arayışıyla yeniden gözden geçirilmesi gereken bir tavan arasına dönüşür. Bu da kolonyal dönemlerin direniş kaynağı olarak değil, verimli yaratıcılık kaynakları olarak görülmesi için önyargısız bir kolonyalizm tarih yazımına yeniden yatırım yapmanın önemini vurgulamaktadır. İkinci ve bağlantılı olarak, kolonyal yönetişim gündemi, etkili özyönetim kapasitesinin eksik olduğunu ve yoktan var edilemeyeceğini kabul eder. Plamenatz ve Barnes gibi birkaç düşünürün zamanında uyardığı gibi, hukukun üstünlüğünü korumak ve kamu hizmetleri sunmak için gerekli olan devlet kapasitesinin eksikliği, Üçüncü Dünya ülkelerinde ortaya çıkan "bağımsızlık" trajedisinin temelini oluşturmuştur.⁴⁷ "Kolonyal yönetişimi" geri kazanmak, bu kapasiteyi güçlendirmek için iş dünyası, sivil toplum ve kamu sektöründeki kilit sektörlere yabancı müdahalesini arttırmak anlamına gelmektedir. Örneğin 1985 yılında Endonezya hükümeti, Jakarta'nın Tanjung Priok limanında çalışan altı bin devlet müfettişinin tamamını işten çıkararak, yolsuzluğa bulaşmış olan ve verimsiz bir şekilde çalışan gümrük servisini İsviçre firması SGS ile değiştirmiştir. İsviçreliler gümrük servisini yeniden inşa ederek 1991'de kısmi, 1997'de ise tam kontrolü tekrar devrettiler.⁴⁸ Bunun üzerine Endonezya'nın ihracatı hızla gelişti. Öte yandan, çevreci sivil toplum kuruluşları üzerine yapılan çalışmalara göre, sivil toplum ve başarılı politika reformları, koloni döneminde olduğu gibi, uluslararası sivil toplum aktörlerinin varlığıyla daha hızlı gelişmektedir.⁴⁹ Dahası, Hönke'nin belgelediği gibi, çok uluslu şirketler, kolonyal uygulamaları doğrudan taklit ederek tesislerinin yakınında kamu hizmeti sağlamakla görevlendirilebilir.⁵⁰ Kolonyal yönetişim gündemi, iyi yönetişim gündeminde genellikle eksik olan bir kozmopolitizmi -uygarlaştırma misyonunu- benimser. Bain, dekolonizasyonun "acımasız realitesini" ve "korkunç sonuçlarını" kabul etmektedir.⁵¹ Ancak kendisi aynı zamanda Batı'nın sunabileceği bir şey olduğu fikrini de reddetmektedir, zira bu emperyal bir misyonu ima etmektedir. Chandler'ın adlandırdığı şekliyle bu "liberal barışın eleştirel olmayan eleştirisi", Üçüncü Dünya uluslarını "otantik" veya "yerli" uygulamaların zaaflarına ve kaprislerine mahkum ederek, kendi kendilerini yönetme kapasitelerine dair umutlarını fiilen terk etmelerine neden olmaktadır.⁵² Buna karşılık, kolonyal yönetişim gündemi liberal barışın evrenselliğini ve bununla birlikte iyi yönetilen bir ülkenin neye benzediğine dair ortak bir standardı yeniden diriltmektedir.

Yeniden Kolonizasyon için bir savunma


Kolonyalizmi yeniden tesis etmenin ikinci bir kapsamlı yolu da bazı bölgeleri yeniden kolonize etmektir. Bazı durumlarda, Batılı ülkeler için egemenliğin yalnızca biçimsel olarak bir kısmının devredilmesi, zayıf devletlerde bir kapasitenin oluşturulması için gereken sorumluluk ve otorite unsurlarının bir arada bulunmasını sağlayabilir. Chesterman'ın sıkça alıntılanan ifadesiyle, modern devlet inşasında karşılaşılan sorun "kolonyal karakterde olması değil, aksine bazen yeterince kolonyal olmamasıdır."⁵³ Örneğin Dünya Bankası ve USAID, 1990'lar ve 2000'lerde Liberya ve Çad'da büyük hükümet harcamalarının yapılabilmesi için hem iç hem de dış aktörlerin imzasını gerektiren "ortak imza" düzenlemelerini uygulamaya koymuştur. Avustralya liderliğindeki RAMSI ( Solomon Adaları Bölgesel Yardım Misyonu) ya da BM'nin CICIG kısaltmasıyla bilinen Guatemala'daki Cezasızlıkla Mücadele Uluslararası Komisyonu'nda, devletin giderek yaygınlaşan yolsuzluğu ve kriminalleşmesi nedeniyle temel hukuki ve polisiye fonksiyonlar dış güçlere devredilmiştir. Sèbe bunu "kozmopolit ulus inşası" olarak adlandırıyor çünkü bu, çoğu postkolonyal ülkeyi yerle bir eden dar görüşlü kendi kendini yönetme kapasitesi mitinin açık bir reddini temsil ediyor.⁵⁴ "Egemenliğin paylaşılması", "vesayet", "vekil yönetim", "geçiş yönetimi", "neo-vesayet", "işbirlikçi müdahale" gibi giderek yaygınlaşan bir dizi örtmece ifade kullanmak yerine, bu düzenlemeleri "kolonyalizm" olarak adlandırmak gerekir, böylelikle tarihsel verilerden kaçmak yerine onları kucaklamış oluruz. Ignatieff'in 2002'de yazdığı gibi: "Emperyalizm, siyaseten yanlış olduğu için gerekli olmaktan çıkmaz."⁵⁵ Kendi kendini yönetme kapasitesi mitinin kavramsal olarak terk edilmesi artık ana akım haline gelmiş olsa da, kolonyalizmin yeni biçimlerini işler hale getirmenin zorlukları oldukça fazladır. Politikacılar için üç ayrı sorun vardır: (1) kolonyalizmin kolonileştirilenler tarafından nasıl kabul edilebilir hale getirileceği; (2) Batılı ülkelerin yeniden kolonyal olmaya nasıl motive edileceği; ve (3) kolonyalizmin nasıl kalıcı sonuçlar elde edeceği. Herhangi bir kolonyal ilişkinin kurulabilmesi için yerel halk tarafından yüksek derecede kabul görmesi gerekir. Belki de bu durum neden Soğuk Savaş sonrası müdahalelerin gayrimeşru ve zorla dayatıldığı iddia edilen koloniciliğin aksine katılımcı ve rızaya dayalı doğalarını vurgulamaya çalıştıklarını açıklamaktadır.⁵⁶ Bu, doğruluğu kanıtlanmış bir kolonyalizm tarih yazımına şiddetle ihtiyaç duyulan bir başka alandır çünkü belirtildiği üzere, kolonyalizm genellikle siyasi olarak göze çarpan aktörlerin önemli ölçüde rızasıyla yayılmıştır. Kolonyal meşruiyet konusunda çıkarılacak derslerden biri, en azından ilk aşamalarda meşruluğun bir plebisit düzenlenmesi ya da örgütlü ve geniş temsil kabiliyetine sahip grupların desteğiyle değil, basitçe müdahaleci devlet tarafından kilit aktörlerin rızasının kazanılması ve işlerin yoluna konulmasıyla ortaya konacağıdır. Modern müdahaleleri eleştirenler sıklıkla "sorumluluk ya da temsiliyet" eksikliğinden dem vururlar.⁵⁷ Oysa müdahaleyi ilk etapta gerekli kılan şey zaten bu tür bir sorumluluk ya da temsil koşulunun eksikliğidir; tıpkı Batı tarafından yönetilmeyen bölgelerin daha iyi yönetilebilmesi için kolonyalizmin yayılması gibi. Chesterman'ın yazdığı gibi: "Eğer gerçekten de bir yerel yönetim mümkün olsaydı, o zaman geçici bir yönetime gereksinim olmazdı." Chesterman'a göre hesap verebilir bir siyasi gücün yaratılması "geçici yönetimin amacı olabilir" ama "tanımı gereği aracı değildir."⁵⁸ Bu mantık çerçevesinde daha da ileri gidersek, başlangıçta ileriye dönük meşru bir yol seçme kapasitesine sahip olan, kayyum olarak hareket etmekle yükümlü olan müdahaleci devlettir. Tıpkı koloni dönemlerinde olduğu gibi, sağlam sorumluluk mekanizmalarına sahip liberal bir devletin yabancı kontrolü, zayıf bir devlete sahip olan bir halkın "yerel yönetim" olgusuna en çok yaklaşabileceği durumdur. Sierra Leone'de 1999-2005 yılları arasında İngilizlerin polis teşkilatını yeniden düzenlemesine ve inşa etmesine verilen yaygın destek, açık bir kolonyal iz taşıyan ve dış kaynaklı bu meşruiyetle açıklanıyordu: "Sierra Leone'liler arasında İngilizlere karşı her zaman bir zaaf olmuştur. Bu duygu şimdi, halkın ülkenin çaresiz durumu nedeniyle İngilizlerin gerektiği kadar kalması yönündeki talepleriyle tam anlamıyla ortaya çıktı."⁵⁹ Yeni bir kolonyalizmin meşruiyeti için neredeyse her zaman hem ülke içinde popüler olan hem de kolonyal ilişkinin güçlü bir savunucusu olan yerel bir lider gerekecektir. Liberya'nın dirayetli başkanı Ellen Johnson Sirleaf, başlangıçtaki şüpheciliğin ardından, harcama ve bütçe konusunda dış aktörlere geniş yetkiler veren 2005 sonrası Hükümet ve Ekonomik Yardım Yönetimi Programı'nı (GEMAP) savundu. Sonuç olarak Liberyalılar GEMAP'ı genel olarak memnuniyetle karşıladı.⁶⁰ Times, "Bazı Liberyalı politikacılar bu planı üstü örtülü bir kolonyalizm olarak görse de, başkentin çöp yığınlarıyla dolu sokaklarında yaşayanlar arasında son derece popüler" diye yazmıştır. "GEMAP'ı seviyoruz," diyor Henry Williams adlı bir esnaf, tezgâhtaki kalabalığın başını sallaması üzerine. "Politikacıların bizden çalmasını engelleyecek."⁶¹ Kolonyal meşrulaştırmanın ileriye dönük dinamikleri çetrefillidir çünkü bir ülke "egemenliğini kazandıkça" kolonyal ilişkinin meşruiyeti sürekli olarak yeniden düzenlenip teyit edilmezse azalacaktır. Yerel kurumlar ve normlar geliştikçe, kolonyal ilişki daha yoğun hale gelecek ama aynı zamanda bu durum daha karmaşık bir yönetim biçimine yol açacağı için de tartışmalara neden olacaktır. Yine, tarihte yaşanmış kolonyalizmden alınacak dersler önemlidir: Darwin, "Kolonyal sistemden ayrılma sürecinin temel paradoksu, çoğu durumda bu sürecin kolonyal devlet inşasının en aktif aşamasına denk gelmesidir" diye yazmıştır.⁶² Tartışmasız daha önemli olmasına rağmen ikinci zorluğa çok az dikkat edilmiştir: Batılı ülkelerin kolonici olmaya nasıl motive edileceği. "Sömürü" çığırtkanlığına rağmen, kolonyalizm aslında emperyal güçler için muhtemelen maddi bir kayıptı. Stanford ekonomisti Richard Hammond, Avrupalı güçlerin büyük ölçüde ekonomik olmayan nedenlerle yıkıcı derecede maliyetli ve nihayetinde maddi zarara yol açan kolonyalizme girişme yollarını tanımlamak için "ekonomik olmayan emperyalizm" terimini türetmiştir.⁶³ Hollanda'nın Tayvan'ı teslim etmesiyle ilgili olarak Wu'nun da belirttiği gibi, Avrupalı güçlerin kolonilerinden bu kadar kolay vazgeçmelerinin nedeni budur.⁶⁴ İmparatorluğun faydaları geniş bir alana yayılırken, maliyetler dar bir şekilde kolonyal güç tarafından karşılanıyordu. Kaplan'ın yazdığı gibi: "Emperyalizmle ilgili asıl sorun onun kötü olması değil, oldukça maliyetli olması ve bu nedenle ABD gibi bir ülke için sorunlu bir geniş strateji olmasıdır."⁶⁵ Örneğin Avustralya'nın Lowy Uluslararası Politika Enstitüsü, RAMSI programının Avustralyalı vergi mükelleflerine on yıllık süre zarfında yaklaşık 2 milyar dolara mal olduğunu hesaplamıştır ki bu da kabaca başkent Canberra'nın yıllık sağlık ve eğitim bütçesine ya da tüm Solomon Adalıların toplam bir yıllık ekonomik üretimine denk gelmektedir. Enstitü bunu "Avustralya'nın çıkarlarının sınırlı olduğu bir ülke için devasa bir yatırım" olarak tanımladı.⁶⁶ Solomon Adalıların sömürgecilik karşıtı söylemler kullanan muhalefeti ortaya çıktığı anda Avustralyalılar evlerine döndüler.⁶⁷ Batılı hükümetler yaptıkları harcamaların hesabını verme konusunda yakından takip edildiğinden ve kolonyalizm karşıtı ideoloji kolayca harekete geçirilebildiğinden, yabancı bir ülkenin meseleleri için sorumluluk üstlenmeye istekli olmak kolay olmayacaktır. Bu arada BM, önde gelen Üçüncü Dünya ülkelerinin süregelen kolonyalizm karşıtlığı nedeniyle daha fazla "uluslararası yönetim" ile duruma müdahale etmeyecektir.⁶⁸ Collier'in BM öncülüğünde genişletilmiş yönetim hükmü önerisi bu nedenle pratik değildir.⁶⁹ Teşvik sorununu çözebilmek için Hechter, "transnasyonal yönetim piyasası" çağrısında bulunmuştur ki biz buna daha az örtülü bir şekilde "kiralık kolonyalizm" diyebiliriz.⁷⁰ Böylece kolonyal devletlere hizmetleri karşılığında ödeme yapılacaktır ki bu da başarılı olmak için önemli bir motivasyon kaynağıdır. Sözleşmeye dayalı motivasyon, şartların periyodik olarak yeniden müzakere edilmesi yoluyla rızayı da güçlendirecektir. Bu sistem düzgün bir şekilde tasarlanırsa, yerel ülkeler bu maliyetleri daha fazla yabancı yatırım, daha düşük dış borçlanma maliyetleri ve daha fazla iş güveni ile fazlasıyla karşılayacaktır ki bu faydalar muhtemelen koloni döneminde yönetimin iyileştirilmesi gibi faydalardan daha önemlidir.⁷¹ Geriye yeni kolonyalizm biçimlerinin işe yarayıp yaramayacağına dair üçüncü soru kalıyor. Burada önemli olan nokta, devlet inşası için uygun modellerin muhtemelen modern liberal modeller değil de başka bir şey olması nedeniyle, kolonyal geçmişin bu soruyla olan ilgisine dikkat çekmektir.⁷² Soğuk Savaş sonrası egemenliğin paylaşılmasını içeren müdahalelerin sayısı oldukça az olsa da, ders çıkarılabilecek pek çok kolonyalizm dönemi ve türü olmuştur. Örneğin, Çin'in soykırımcı rejiminin uyguladığı baskılar sonrasında Kamboçya'da devletin büyük ölçüde başarılı bir şekilde yeniden diriltilmesi, 1992-1993 yıllarında BM öncülüğünde gerçekleştirilen yeniden yapılandırma çabalarına atfedilemez. Liberal barış inşası Kamboçya'da sağlam bir demokrasi ya da bağımsız bir polis ve ordu yaratma niyeti açısından değerlendirildiğinde başarısız olmuştur.⁷³ Ortaya çıkan daha ziyade kolonyal geçmişte derin kökleri olan başarılı bir yarı-otoriter yönetim biçimi olmuştur.⁷⁴ Kolonyal geçmişten alınan derslerden biri, egemenlik paylaşımının çoğu durumda önemli ve kapsamlı olması gerektiğidir. Matanock'un iddia ettiği gibi, dış aktörler çürümüş yerel kurumlarla çalışmak zorunda bırakılırsa, reformlar zorlaşacaktır.⁷⁵ Yerel bir polis gücünün yeniden yapılandırılması egemenlik paylaşımı olmadan mümkün olabilir. Ancak tamamen yozlaşmış bir ulusal ceza adaleti sisteminin temizlenmesi için mutlaka dış denetim gerekir. "Kolonyalizm" kelimesine yeniden sahip çıkmamızın nedeni, bu önemli empirik kavrayışı göz ardı etmemektir. İkinci ders ise Lemay-Hébert'in "toplumsal değerlerin merkeziliği" olarak adlandırdığı, toplumdaki değerler ile devletin değerleri arasındaki uyumun önemidir.⁷⁶ Lemay-Hébert'e göre liberal müdahaleler, toplumsal değerlere karşı duydukları isteksizlik nedeniyle başarısız olmaktadır. Buna karşılık kolonyal müdahalelerin başarı şansı daha yüksek olabilir çünkü tarihsel olarak bu "toplumsal vurgu" kolonyalizmin başarılı olduğu bir konudur: çifte yetki, dolaylı yönetim, asgari düzeyde yabancı personel ve geleneksel hukuk modernitenin altyapısıyla (okullar, evrensel yasalar, "Batılı" tıp vb.) el ele gitmiştir. Van Raybrouck konuyla ilgili olarak şu üzücü sonuca varmıştır: "Kongo, bağımsızlığını kazandığından bu yana hiçbir zaman eski [Belçika koloni] Force Publique ile kıyaslanabilecek etkinlikte ve disiplinde bir orduya sahip olmamıştır."⁷⁷ Belki de Belçikalılar geri dönmeli.

Galinhas'ın Öyküsü


Yerel meşruiyet, Batı iradesi ve iyi bir plan olsa bile, yeni kolonyalizm biçimlerini işler hale getirmenin zorlukları çok büyüktür. Yöneticilerin, yüzyıllık kolonyalizm karşıtı politikaların neden olduğu kaos ve yerinden edilmelere karşı yeni çözümler üretmesi gerekecektir. İşte size mütevazı bir fikir: sıfırdan yeni Batı kolonileri inşa etmek. 2016 yılında Dünya Bankası'nın baş ekonomisti olan ekonomist Paul Romer, 2009 yılında zengin ülkelerin yoksul ülkelerde "kiralık şehirler" inşa etmesini önermişti.⁷⁸ Bu modelde, Hong Kong'da olduğu gibi, büyük ölçüde boş araziler yabancı bir ulusa ya da uluslar grubuna kiralanmakta, böylece egemenlikleri modern bir yerleşim bölgesinin büyümesine izin vermektedir. Romer'e göre bu küçük İngiliz kolonisi, "dünyadaki yoksulluğu azaltmak için geçen yüzyılda gerçekleştirdiğimiz tüm yardım programlarından daha fazlasını başarmıştır." Yeni koloniler yukarıda bahsedilen üç zorluğu gayet iyi bir şekilde çözmektedir. Yerel halk için meşrudurlar çünkü vatandaşlar daha kötü durumlardan kaçarak oraya taşınmayı seçerler ve hükümetleri de şartları kabul eder. Batılı devletler için potansiyel olarak caziptirler çünkü muhafazakarlar için düşük risklidirler ve kendi kendilerini finanse ederler, liberaller için ise "adalet görevi" görürler.⁷⁹ Son olarak, sözleşmeli şehirler de etkili olabilir -ki Romer'in bu fikri geliştirirken temel kaygısı da buyduçünkü çürümüş yerel kurumlarla çalışmak zorunda kalmadan kendi kurumlarını nakletmek için boş bir sayfaya sahip olabilirler. Gine-Bissau'ya geri dönelim. Gine-Bissau hükümetinin, anakaradan on mil uzaklıkta bulunan ve eski koloni valisinin harabeye dönmüş konağının bulunduğu ıssız küçük Galinhas adasını Portekiz'e geri kiraladığını varsayalım. Yıllık kira bedeli 1 dolar olacak, böylece Portekizliler paralarını adada harcayabilecek ve Gine-Bissau hükümeti kira ücretine bağımlı kalmayacaktır. O halde, ülkede her yıl israf edilen 10 ila 20 milyon dolarlık dış yardımın, temel altyapının oluşturulması için bu yeni açık deniz kolonisine yönlendirildiğini varsayalım. Anlaşmanın bir parçası olarak Portekizliler her yıl belirli sayıda Gine-Bissau sakininin adaya yerleşmesine izin verecektir. Portekiz kurumları ve egemenliği, Hong Kong'un anakara kısımlarında olduğu gibi, kira süresi boyunca (örneğin doksan yıl) burada mutlak olarak varlığını sürdürecektir. Böylece Afrika kıyısında küçük bir Avrupa devleti ortaya çıkacaktır. Altmış mil karelik Galinhas, zaman içinde Gine-Bissau'nun tüm nüfusunu rahatlıkla barındırabilecek bir konuma gelebilir. Eğer başarılı olursa kabiliyetleri, ticareti ve sermayeyi kendine çekecektir. Gine-Bissau'nun anakara kısımları, ekonomik bir dinamonun yanında yaşamaktan ve onun başarısını taklit etmeyi öğrenmekten fayda sağlarken, sembolik olarak Amilcar Cabral'ın yarım yüzyıllık anti-kolonyal kâbusundan da kurtulmuş olur. Eğer başarılı olunursa aynı fikir Afrika ve Orta Doğu'nun tüm kıyı şeridinde denenebilir. Böylece kolonyalizm, her zamanki baskı, işgal ve sömürü yaygaraları olmadan yeniden diriltilebilir. Mantıksız bir fikir mi? Belki de. Ancak son yüz yıldır Üçüncü Dünya ülkelerinde yüz milyonlarca insanın hayatına musallat olan kolonyalizm karşıtı ideoloji kadar saçma değil. Yüz yıllık felaket artık yeter. Kolonyalizmi yeniden gündeme getirmenin zamanı geldi.


Çeviren: Howard Phillips



1Berny Sèbe, “From Post-Colonialism to Cosmopolitan Nation-Building? British and French Imperial Heroes in Twenty-First-Century Africa,” Journal of Imperial and Commonwealth History 42, no. 5 (2014): 936–68.

2David Van Reybrouck, Congo: The Epic History of a People (New York: Ecco, 2014), 255.

3Iris Andreski, Old Wives’ Tales: Life-Stories from Ibibioland (London: Routledge & K. Paul, 1970).

4Daron Acemoglu, Simon Johnson, and James A. Robinson, “The Colonial Origins of Comparative Development: An Empirical Investigation,” American Economic Review 95, no. 5 (2000): 1369–401.

5Bruce Biber, Intertribal War in Pre-Colonial Namibia (Genève: Institut universitaire de hautes études internationales, 1989).

6David B. Abernethy, The Dynamics of Global Dominance: European Overseas Empires, 1415–1980 (New Haven, CT: Yale University Press, 2000), 403.

7Caroline Elkins, Imperial Reckoning: The Untold Story of Britain’s Gulag in Kenya, 1st ed. (New York: Henry Holt and Co., 2005).

8Anthony Daniels, “Mau Mau Revisited,” New Criterion, 23, no. 10 (June 2005): 26.

9Tim Stanley, “History Is Never Black and White,” History Today 62, no. 12 (2012): 44; and Daniel Branch, “The Enemy Within: Loyalists and the War against the Mau Mau in Kenya,” Journal of African History 48, no. 2 (2007): 291–315.

10Crawford Young, “The Heritage of Colonialism,” in Africa in World Politics: Constructing Political and Economic Order, ed. J.W. Harbeson and D.S. Rothchild (Boulder, CO: Westview Press, 2016), 11, 13; Jeffrey I. Herbst, States and Power in Africa: Comparative Lessons in Authority and Control (Princeton, NJ: Princeton University Press, 2000).

11Crawford Young, The African Colonial State in Comparative Perspective (New Haven, CT: Yale University Press, 1994).

12Camille Lefebvre, “We Have Tailored Africa: French Colonialism and the ‘Artificiality’ of Africa’s Borders in the Interwar Period,” Journal of Historical Geography 37, no. 2 (2011): 191–202.

13Elinor Burns, British Imperialism in West Africa (London: Labour Research Department, 1927).

14Suzanne Miers and Martin A. Klein, Slavery and Colonial Rule in Africa (Portland, OR: Frank Cass, 1999); Philip Misevich and Kristin Mann, The Rise and Demise of Slavery and the Slave Trade in the Atlantic World (Rochester, NY: University of Rochester Press, 2016);  Amalia Ribi Forclaz, Humanitarian Imperialism: The Politics of Anti-Slavery Activism, 1880–1940 (Oxford: Oxford University Press, 2015).

15Alexander De Juan and Jan Henryk Pierskalla, “The Comparative Politics of Colonialism and Its Legacies: An Introduction,” Politics & Society 45, no. 2 (2017): 159–72.

16Matthew Lange, James Mahoney, and Matthias vom Hau, “Colonialism and Development: A Comparative Analysis of Spanish and British Colonies,” American Journal of Sociology 111, no. 5 (2006): 1412–62; and David Kenneth Fieldhouse, The West and the Third World: Trade, Colonialism, Dependence, and Development (Oxford, UK, and Malden, MA: Blackwell Publishers, 1999); and Lewis Gann and Peter Duignan, Burden of Empire: An Appraisal of Western Colonialism in Africa South of the Sahara (Hoover Institution Publications) (New York: F.A. Praeger, 1967); and Ola Olsson, “On the Democratic Legacy of Colonialism,” Journal of Comparative Economics 37, no. 4 (2009): 534–51; and James Midgley and David Piachaud, Colonialism and Welfare: Social Policy and the British Imperial Legacy (Cheltenham, UK, and Northampton, MA: Edward Elgar, 2011); and Charles Amone and Okullu Muura, “British Colonialism and the Creation of Acholi Ethnic Identity in Uganda, 1894 to 1962,” Journal of Imperial & Commonwealth History 42, no. 2 (2014): 239–57.

17Michael Hechter, Alien Rule (Cambridge: Cambridge University Press, 2013).

18Anthony G. Hopkins, The Future of the Imperial Past (Cambridge: Cambridge University Press, 1997), 19.

19Abernethy, The Dynamics of Global Dominance, 272–73, 264.

20John H. Walker, Power and Prowess: The Origins of Brooke Kingship in Sarawak (Honolulu: University of Hawai’i Press, 2002).

21Sir Alan Burns, Colonial Civil Servant (London: George Allen & Unwin, 1949), 318.

22Patrice Lumumba, Congo, My Country (New York: Praeger, 1962), 12, 13.

23Bruce Gilley, “Chinua Achebe on the Positive Legacies of Colonialism,” African Affairs 115, no. 461 (2016): 646–63.

24Waltraud Ernst and Biswamoy Pati, India’s Princely States: People, Princes and Colonialism (London and New York: Routledge, 2007);  Benjamin Freud, “Organizing Autarky: Governor General Decoux’s Development of a Substitution Economy in Indochina as a Means of Promoting Colonial Legitimacy,” SOJOURN: Journal of Social Issues in Southeast Asia 29, no.1 (2014): 96–131;  Sean Stilwell, “Constructing Colonial Power: Tradition, Legitimacy and Government in Kano, 1903–1963,” Journal of Imperial & Commonwealth History 39, no. 2 (2011): 195–225;  Lea Ypi, “What’s Wrong with Colonialism,” Philosophy & Public Affairs 41, no. 2 (2013): 158–91.

25Adebayo Williams, “The Postcolonial Flaneur and Other Fellow-Travelers: Conceits for a Narrative of Redemption,” Third World Quarterly 18, no. 5 (1997): 821–42; Maneesha Deckha, “Pain as Culture: A Postcolonial Feminist Approach to S/M and Women’s Agency,” Sexualities 14, no. 2(2011): 129-50;  Maneesha Deckha, “Pain as Culture: A Postcolonial Feminist Approach to S/M and Women’s Agency,” Sexualities 14, no. 2 (2011): 129–50; Barbara Lüthi, Francesca Falk, Patricia Purtschert, “Colonialism without Colonies: Examining Blank Spaces in Colonial Studies,” National Identities 18, no. 1 (2016): 1–9;

26Harri Englund, “Anti Anti-Colonialism: Vernacular Press and Emergent Possibilities in Colonial Zambia,” Comparative Studies in Society and History 57, no. 1 (2015): 243.

27Mark Gibney, Rhoda E. Howard-Hassmann, Jean-Marc Coicaud, and Niklaus Steiner, eds., The Age of Apology: Facing up to the Past (Philadelphia: University of Pennsylvania Press, 2008); and Tom Bentley, Empires of Remorse: Narrative, Postcolonialism and Apologies for Colonial Atrocity (New York: Routledge, 2016).

28Robin Cohen, “The State in Africa,” Review of African Political Economy 3, no. 5 (1976): 1; Rosemary E. Galli and Jocelyn Jones, Guinea-Bissau: Politics, Economics, and Society (London: F. Pinter, 1987), 43; James C. Riley, “The Timing and Pace of Health Transitions around the World,” Population and Development Review 31, no. 4 (2005): 741–64.

29John P. Cann, Counterinsurgency in Africa: The Portuguese Way of War, 1961–1974 (Westport, CT: Greenwood Press, 1997), 24.

30M. Wolfers, “West African Leader Seeks Talks with Portugal,” Times, October 26, 1971, 7.

31Joshua B. Forrest, Guinea-Bissau: Power, Conflict, and Renewal in a West African Nation, (Boulder, CO: Westview Press, 1992), 50.

32Galli and Jones, Guinea-Bissau: Politics, Economics, and Society, 98;  Carlos Lopes, Guinea-Bissau: From Liberation Struggle to Independent Statehood (London: Zed Books, 1987), 154.

33Forrest, Guinea-Bissau, 97.

34Avelino Teixeira da Mota, Guiné Portuguesa, 2 vols. (Lisboa: Agência Geral do Ultramar, 1954), 61.

35Laura Bigman, History and Hunger in West Africa: Food Production and Entitlement in Guinea-Bissau and Cape Verde (Westport, CT: Greenwood Press, 1993); F.O.E. Okafor, “The Paigc and the Economic Development of Guinea-Bissau: Ideology and Reality,” The Developing Economies 26, no. 2 (1988): 125–40.

36Estanislao Gacitua-Mario, S. Aasland, H. Nordang, and Quentin Wodon, “Institutions, Social Networks, and Conflicts in Guinea-Bissau: Results from a 2005 Survey,” in Conflict, Livelihoods, and Poverty in Guinea-Bissau, ed. Boubacar-Sid Barry (Washington, DC: The World Bank, 2007), 24.

37Peter K. Mendy, “Amilcar Cabral and the Liberation of Guinea-Bissau: Context, Challenges and Lessons for Effective African Leadership,” African Identities 4, no. 1 (2006): 7–21;  Amilcar Cabral, Dan Wood, and Reiland Rabaka, Resistance and Decolonization (Reinventing Critical Theory) (Lanham, MD: Rowman & Littlefield International, 2016).

38Victor Igreja, “Frelimo’s Political Ruling through Violence and Memory in Postcolonial Mozambique,” Journal of Southern African Studies 36, no. 4 (2010): 781–99.

39Jacob T. Levy and Iris Marion Young, Colonialism and Its Legacies (Lanham, MD: Lexington Books, 2011); and Lucy Mayblin, Asylum after Empire: Colonial Legacies in the Politics of Asylum Seeking (New York: Rowman & Littlefield International, 2017); and William F.S. Miles, Scars of Partition: Postcolonial Legacies in French and British Borderlands (Lincoln: University of Nebraska Press, 2014).

40Bruce Gilley, “The Challenge of the Creative Third World,” Third World Quarterly 36, no. 8 (2015): 1405–20.

41African Governors of the World Bank, Partnership for Capacity Building in Africa: Strategy and Program of Action, a Report to Mr. James D. Wolfensohn, President of the World Bank Group (Washington, DC: World Bank, 1996), 5.

42Matt Andrews, Lant Pritchett, and Michael Woolcock, Building State Capability: Evidence, Analysis, Action, 1st ed. (New York: Oxford University Press, 2017), 20.

43Manjari Chatterjee Miller, Wronged by Empire: Post-Imperial Ideology and Foreign Policy in India and China (Stanford, CA: Stanford University Press, 2013).

44Andrew Burton and Michael Jennings, “Introduction: The Emperor’s New Clothes? Continuities in Governance in Late Colonial and Early Postcolonial East Africa,” International Journal of African Historical Studies 40, no. 1 (2007): 3.

45Chinua Achebe, There Was a Country: A Personal History of Biafra (New York: Penguin Press, 2012), 43.

46Mpalive-Hangson Msiska, “Imagined Nations and Imaginary Nigeria: Chinua Achebe’s Quest for a Country,” Journal of Genocide Research 16, no. 2-3 (2014): 413.

47John Plamenatz, On Alien Rule and Self-Government (London: Longmans, 1960); and Leonard Barnes, Africa in Eclipse (London: Gollancz, 1971).

48David Liebhold, “Businesses Brace for Return of Customs,” Asian Business 33, no. 4 (1997): 12.

49Evan Schofer and Ann Hironaka, “The Effects of World Society on Environmental Protection Outcomes,” Social Forces 84, no. 1 (2005): 25–47.

50Jana Hönke, “Multinationals and Security Governance in the Community: Participation, Discipline and Indirect Rule,” Journal of Intervention and Statebuilding 6, no. 1 (2012): 57–73.

51William Bain, “For Love of Order and Abstract Nouns: International Administration and the Discourse of Ability,” Journal of Intervention and Statebuilding 3, no. 2 (2009): 155, 157.

52David Chandler, “The Uncritical Critique of ‘Liberal Peace,’” Review of International Studies 36, no. S1 (2010): 137–55.

53Simon Chesterman, You, the People: The United Nations, Transitional Administration, and State-Building (Oxford: Oxford University Press, 2004), 12.

54Sèbe, “From Post-Colonialism to Cosmopolitan Nation-Building?”

55Michael Ignatieff, “Nation-Building Lite,” New York Times Magazine, July 28, 2002, http://www.nytimes.com/2002/07/28/magazine/nation-building-lite.html.

56Jeni Whalan, How Peace Operations Work: Power, Legitimacy, and Effectiveness (New York: Oxford University Press, 2014).

57Philip Cunliffe, “State-Building: Power without Responsibility,” in State-Building: Theory and Practice, ed. Aidan Hehir and Neil Robinson (New York: Routledge, 2007) 50–69.

58Chesterman, You, the People, 239, 144.

59Erlend Grøner Krogstad, “Local Ownership as Dependence Management: Inviting the Coloniser Back,” Journal of Intervention and Statebuilding 8, no. 2-3 (2014): 115.

60Louise Andersen, “Outsiders inside the State: Post-Conflict Liberia between Trusteeship and Partnership,” Journal of Intervention and Statebuilding 4, no. 2 (2010): 129–52.

61Katharine Houreld, “World Turns Out to Hail Woman Who Carries Hopes of a Continent,” Times no. 29 (2006).

62John Darwin, “Exit and Colonial Administrations,” in Exit Strategies and State Building, ed. Richard Caplan (New York: Oxford University Press, 2012), 29.

63R.J. Hammond, Portugal and Africa, 1815–1910: A Study in Uneconomic Imperialism (Stanford, CA: Stanford University Press, 1966).

64Tsong-Min Wu, “A Re-Valuation of the Management of Dutch Taiwan,” Taiwan Economic Review 44, no. 3 (2016): 379–412.

65Robert D. Kaplan, “In Defense of Empire,” Atlantic, April 2014, https://www.theatlantic.com/magazine/archive/2014/04/in-defense-of-empire/358645/.

66Jenny Hayward-Jones, Australia’s Costly Investment in Solomon Islands: The Lessons of RAMSI (Canberra: Lowy Institute for International Policy, 2014), 17.

67Julien Barbara, “Antipodean Statebuilding: The Regional Assistance Mission to Solomon Islands and Australian Intervention in the South Pacific,” Journal of Intervention and Statebuilding 2, no. 2 (2008): 123–49.

68David A. Lake and Christopher J. Fariss, “Why International Trusteeship Fails: The Politics of External Authority in Areas of Limited Statehood,” Governance 27, no. 4 (2014): 569–87;  Robert W. Murray and Aidan Hehir, “Intervention in the Emerging Multipolar System: Why R2p Will Miss the Unipolar Moment,” Journal of Intervention and Statebuilding 6, no. 4 (2012): 387–406.

69Paul Collier, Wars, Guns, and Votes: Democracy in Dangerous Places, 1st ed. (New York: Harper, 2009), 199–203.

70Michael Hechter, “Alien Rule and Its Discontents,” American Behavioral Scientist 53, no. 3 (2009): 289–310.

71Lance Edwin Davis and Robert A. Huttenback, Mammon and the Pursuit of Empire: The Economics of British Imperialism (Cambridge: Cambridge University Press, 1986).

72Nicolas Lemay-Hébert, “Critical Debates on Liberal Peacebuilding,” Civil Wars 15, no. 2 (2013): 242–52.

73Oliver P. Richmond and Jason Franks, Liberal Peace Transitions: Between Statebuilding and Peacebuilding (Edinburgh: Edinburgh University Press, 2009), ch. 1.

74David Roberts, “Hybrid Polities and Indigenous Pluralities: Advanced Lessons in Statebuilding from Cambodia,” Journal of Intervention and Statebuilding 2, no. 1 (2008): 63–86; and John A. Tully, France on the Mekong: A History of the Protectorate in Cambodia, 1863–1953 (Lanham, MD: University Press of America, 2002).

75Aila M. Matanock, “Governance Delegation Agreements: Shared Sovereignty as a Substitute for Limited Statehood,” Governance 27, no. 4 (2014): 589–612.

76Nicolas Lemay-Hébert, “Statebuilding without Nation-Building? Legitimacy, State Failure and the Limits of the Institutionalist Approach,” Journal of Intervention and Statebuilding 3, no. 1 (2009): 21–45.

77David Van Reybrouck, Congo: The Epic History of a People (New York: Ecco, 2014), 470.

78Paul Romer, “Why the World Needs Charter Cities,” TED Talks, TEDGlobal 2009, July 2009, https://www.ted.com/talks/paul_romer.

79Christopher Freiman, “Cosmopolitanism within Borders: On Behalf of Charter Cities,” Journal of Applied Philosophy 30, no. 1 (2013): 40–52; and Rahul Sagar, “Are Charter Cities Legitimate?” Journal of Political Philosophy 24, no. 4 (2016): 509–29.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İsrail Bir Apartheid Ülkesi midir? Hayır

Michael Huemer - İsrail-Arap Meselesini Neden Çözemiyoruz?