
Giriş
Bilindiği üzere Batı kolonyalizmi geçtiğimiz yüz yıl boyunca oldukça kötü
bir şekilde anıldı. Günümüzde Kolonyalizm uluslararası ilişkilerden
neredeyse tamamen silinmiş durumda ve siyasi bir fikri ya da rakibi
itibarsızlaştırmak için "kolonyalizm" diye yaygara koparmaktan daha
kolay bir yol yoktur. Güney Afrikalı muhalif siyasetçi Helen Zille 2017
yılında Singapur'un başarısının kısmen "kolonyal mirasın değerli yönleri
üzerine inşa etme" becerisinden kaynaklandığını tweetlediğinde, basın
tarafından karalandı, partisi tarafından cezalandırıldı ve ülkenin insan
hakları komisyonu tarafından soruşturma altına alındı.
Bu aşağılayıcı anlamın yeniden değerlendirilmesinin tam zamanıdır.
Dolayısıyla koloniciliğin her zaman ve her yerde kötü bir şey olduğu fikri,
yüzyıllık koloni karşıtı rejimlerin ve politikaların yarattığı ağır insani
kayıplar ışığında yeniden düşünülmelidir. Batı kolonyalizmi konusunda
yürütülecek çalışmalar, geçmişi yeniden düşünmenin yanı sıra geleceği
iyileştirmekle de ilgilidir.
Bu, Batı kolonyalizminin büyük bir bölümünde Üçüncü Dünya
toplumlarının çoğunun yaşam koşullarında iyileşmelere yol açan insan
yaşamının, evrensel değerlerin ve ortak sorumlulukların -korkutucu
ifadeler kullanılmadan uygarlaştırma misyonunun - önceliğini yeniden
teyit etmeyi içerir. Aynı zamanda bu faydaların tekrar nasıl ortaya
çıkarılacağını öğrenmeyi de içerir. Batılı ve Batılı olmayan ülkeler, etkin
yönetişim ve uluslararası düzene olan bağlılıklarının bir parçası olarak
kolonyal araçları ve dili geri kazanmalıdır.
Koloniciliği yeniden canlandırmanın üç yolu vardır. Birincisi, gelişmekte
olan ülkelerdeki hükümetlerin ve halkların, Singapur, Belize ve Botsvana
gibi başarılı ülkelerin yaptığı gibi, geçmişlerindeki kolonyal yönetişimi
mümkün olduğunca taklit etmeleridir. Yoksul ülkelerin kendi kendilerini
yönetme kapasiteleri hakkında çok fazla varsayım içeren "iyi yönetişim"
politikası, "kolonyal yönetişim" politikasıyla değiştirilmelidir. Bunun ikinci
bir yöntemi de bazı bölgeleri yeniden kolonileştirmektir. Batılı ülkeler,
yoksul devletlerde kalıcı reformların başlatılması amacıyla belirli
yönetişim alanlarında (örneğin kamu maliyesi ya da ceza adaleti) iktidarı
ellerinde tutmaya teşvik edilmelidir. "Ortak egemenlik" ya da "neotrusteeship" gibi üstü kapalı ifadeler kullanmak yerine, bu tür eylemler "
kolonyalizm" olarak adlandırılmalıdır çünkü ancak bu şekilde tarihsel
kayıtlardan kaçmak yerine onları kucaklamak mümkün olacaktır. Üçüncü
olarak, bazı durumlarda sıfırdan yeni Batı kolonileri inşa etmek mümkün
olabilir.
Kolonyalizm (bir yönetim tarzı ya da Batı otoritesinin bir uzantısı olarak)
ancak kolonileştirilenlerin rızasıyla yeniden ortaya çıkabilir. Bununla
birlikte, talihsiz toplumları ani bir dekolonizasyona zorlayan milliyetçi nesil
artık öldüğüne göre, kolonilerin yeniden canlandırılması için uygun
zaman gelmiş olabilir. Sèbe, Afrika'da Batı kolonyalizminin kurucu
figürlerinin (Zambiya'da Livingstone, Nijerya'da Lugard ve Kongo'da de
Brazza gibi), romantize edilmiş koloni öncesi dönemin ve hayal kırıklığı
yaratan koloni sonrası dönemde benimsenen yönetim anlayışlarının
parlaklığını yitirdiği şu günlerde, söz konusu ülkelerde resmi ve toplumsal
açıdan yeniden saygı görmeye başladığını belgelemiştir.¹ Kinshasa
sokaklarında yaşayan genç bir adamın Kongo üzerine 2010 yılında
yazdığı ufuk açıcı kitabında Van Reybrouck'a sorduğu gibi: "Bu
bağımsızlığımız daha ne kadar sürecek? Belçikalılar ne zaman geri
gelecek?"²
Kolonyalizm Karşıtı Eleştirinin Üç Kusuru
Batı kolonyalizminin -genellikle on dokuzuncu yüzyılın başlarından
yirminci yüzyılın ortalarına kadar İngiliz, Fransız, Alman, Belçika,
Hollanda ve Portekiz kolonilerine atıfta bulunarak- geçmişteki siciline
yönelik yapılan savunmalar, iki farklı eleştiri hattını geçersiz kılmayı temel
almaktadır: objektif olarak zararlı olduğu (faydalı olmaktan ziyade); ve
sübjektif olarak gayrimeşru olduğu (meşru olmaktan ziyade). Buna ek
olarak, gözden geçirilmesi gereken üçüncü bir eleştiri hattı daha vardır:
çağdaş toplumun hassasiyetlerine yönelik rencide edici olduğuna dair
eleştiriler.
Nesnel maliyet/fayda yaklaşımı, insani gelişmenin belirli bir ihtiyacını -
kalkınma, güvenlik, yönetişim, haklar vb.- tanımlar ve ardından
kolonyalizmin bu ihtiyacı nesnel olarak karşılamada gelişme mi yoksa
gerileme mi yarattığını sorar. Bu araştırmadaki temel zorluklardan biri,
önemli olan şeyleri doğru bir şekilde sıralamak ve ardından da bunlara
muhtemelen zaman ve mekana göre değişen farklı değerler atfetmektir.
Örneğin Andreski'nin belirttiği üzere koloni döneminde Kuzey Nijerya'daki
kadınların durumunda olduğu gibi, acımasız bir ataerkil toplumda
kadınlar için adalete erişim, yerli toprak haklarının korunmasından (bu
ataerkilliğin bir parçası olabilir) daha önemli olabilir. ³
İkinci bir zorluk da karşılaştırmalı olgusal durumu ölçmektir: belirli bir
yerde kolonyal yönetim olmasaydı muhtemel olarak ne olurdu? Örneğin
birçok araştırma modeli, kolonyal yönetimin kendisinde ve kolonyalizmle
birlikte var olan çeşitli diğer faktörlerde (kültürel normlar, coğrafya, nüfus,
hastalık yükü vb.) meydana gelen değişiklikleri kontrol etmektedir. Ancak
bu çalışmalar kolonyalizmin varlığı ya da yokluğu konusunda herhangi
bir kontrol yapmamaktadır (örneğin Acemoğlu ve meslektaşları
tarafından yapılan ve çokça atıfta bulunulan bir çalışmada). ⁴ Böyle bir
olgusal karşılaştırma yapmak için yalnızca küresel sosyal, ekonomik ve
teknolojik eğilimlerin değil, aynı zamanda yerel kalkınmanın, bölgesel
faktörlerin ve Batı ile kolonyal nitelikte olmayan, denetimsiz bir
etkileşimin olası seyrini de ölçmeyi gerektirir.
Önemli bir kolonyal geçmişe sahip olmayan ülkeler - örneğin Çin,
Etiyopya, Liberya, Libya, Suudi Arabistan, Tayland, Haiti ve Guatemala -
kolonyalizmin ayırt edici etkilerinin neler olduğunu belirlemeye yardımcı
olacak bir karşılaştırma ölçütü sağlar. Aynı şekilde, örneğin Biber'in
koloni öncesi Namibya üzerine yaptığı çalışmada görüldüğü üzere,
neredeyse tanımı gereği nispeten zayıf kurumları, bölünmüş toplumları
ve asgari düzeyde geçimini sağlamaya yönelik ekonomik yapıları ortaya
koyan koloni öncesi tarihlere ilişkin araştırmalar da aynı etkiyi
yaratmaktadır. ⁵
Bu karmaşıklıklardan bazılarına dikkat çeken Abernethy, nesnel
maliyet/fayda meselesini şu şekilde özetlemektedir: " Eğer kolonyal
yönetim, öz yönetim konusunda eğitim, maddi refah, iş gücü dağılımı
seçenekleri, bireysel gelişim, kültürler arası iletişim ve insan onuru gibi
hususlarda, Avrupa yönetimi olmasaydı muhtemelen ortaya çıkacak
durumla karşılaştırıldığında, olumlu bir etkiye sahipse, o zaman
kolonyalizm için güçlü bir gerekçe söz konusudur. Buna karşılık, eğer
yabancı bir yönetimin yarattığı etkiler söz konusu coğrafyanın olası
alternatif geçmişine kıyasla olumsuz ise, o zaman kolonyalizm ahlaki
açıdan savunulamaz." ⁶
Bu gereksinimlerin ötesinde, basit bir epistemik erdemler listesi
bulunmaktadır. Örneğin, önyargısız bir şekilde veri toplama ve vaka
seçimi, ilgili hipotezi doğrulamaktan uzak bir şekilde kanıt toplanmasını
gerektirir. Örneğin, koloni dönemi sırasında meydana gelen şiddetin
düzeyine ilişkin herhangi bir iddiada bulunuluyorsa, yalnızca koloni
yönetimi olmadan meydana gelebilecek şiddetin boyutu hakkında
varsayımlar yapmak yeterli değildir. Aynı zamanda bu şiddetin belirli bir
bölgedeki nüfus, güvenlik tehdidi ve güvenlik kaynaklarına göre dikkatli
bir şekilde ölçülmesi de gerekir. Yani, bu prensipler, tarafsız ve doğru bir
şekilde bilgi elde etmenin önemli adımlarını temsil eder. Bu konuda
önemli bir örnek vermek gerekirse, İngilizlerin 1952'den 1960'a kadar
Kenya'da Mau'ya karşı yürüttüğü kontrgerilla harekâtı üzerine yapılan
geniş kapsamlı eleştirel çalışmalarda, özellikle de Elkins'in iğneleyici
çalışmalarında bu tür bir ölçüme rastlamak oldukça zordur.⁷ Daniels,
"eğer İngilizler Kenya'yı Mau'ya teslim etmiş olsaydı, anarşi ve daha fazla
iç savaş, hatta belki de soykırım yaşanırdı" demektedir.⁸
İsyana katılanlar kadar çok sayıda Kenyalı da Kikuyu Home Guard
örgütüne ve isyancılar için kurulan özel hapishane servisine katılmıştır ve
bağımsız Kenya hükümeti, hareketin bastırılmasında İngilizlerin tarihi
katkısını uzun zamandır takdir etmektedir.⁹ En azından akademisyenlere
düşen görev, İngilizlerin bu harekât sırasında uyguladıkları vahşetin,
tehdidin bağlamı ve ölçeği göz önünde bulundurulduğunda orantılı bir
tepkinin sonucu olmadığını göstermektir. Eğer bu sağlam olduğu
varsayılan dava sallantılıysa, o zaman sıklıkla kolonyalizmi geçersiz
kılmak için atıfta bulunulan düşük düzeydeki "şiddet" hakkında bize ne
söyleyecektir?
Epistemik erdemler açısından belki de en korkutucu olan ihlal iç tutarlılık
(ya da çelişkisizlik) ilkesine yöneliktir. Young'ın sadece iki sayfalık kısa
yazısında da görüldüğü üzere, seçkin akademisyenler, kolonyalizmin
hem fazlasıyla yıkıcı olduğu hem de sınırlar, yönetim kurumları,
ekonomik sistemler veya sosyal yapılar açısından bakıldığında yeterince
yıkıcı olmadığı gibi mantıksal olarak çelişkili iddiaları tekrar tekrar dile
getirmektedir.¹⁰ Özellikle Afrika bilimciler, hem kolonyalizmin çok az
devlet kurduğunu savunan Herbst'in hem de çok fazla devlet kurduğunu
savunan Young'ın çalışmalarını alkışlamaktadır.¹¹ Lefebvre'nin dikkat
çektiği bir çelişki de yeni bölgesel sınırların toplumsal bütünleşmeyi
zorladığı, eskilerinin ise kabileciliği güçlendirdiği yönünde yapılan
eleştirilerdir.¹² Marksist akademisyenler ise kolonyalizmi, hem halk
sağlığına ve altyapıya yatırım yapmadığı (emeği hiçe saydığı) için hem
de yaptığı (emeği sömürmek için) için hatalı bulmuşlardır.¹³ Hatta bu
anlayışa göre kolonyalizm, yoluna çıkan her iyi şeyi (kabile şefleri ya da
etnik kimlik gibi) silip süpüren ve yoluna çıkan her kötü şeyi (kabile şefleri
ya da etnik kimlik gibi) kalıcı hale getiren neredeyse sihirli güçlere
sahiptir.
Son olarak, yanlışlama gibi basit bir epistemik erdem daha vardır. Bu, en
çok kolonyalizmin şüphesiz bir faydası olan köle ticaretinin kaldırılması
olayının ele alınışında göze çarpmaktadır. Kolonyalizm karşıtı
eleştirmenler, "kolonyalizm kötüdür" şeklindeki perspektiflerini en fazla
zorlayan konu olduğu için bu mesele üzerinde kıvranıp dururlar.
Sonuç olarak sürekli bir revizyonist akım ortaya çıkmaktadır: yeterince
hızlı bir şekilde gerçekleşmedi; karmaşık nedenler vardı; tüm koloni
yetkilileri bunu desteklemedi; eski köleler fakir, eski köle sahipleri zengin
kaldı; en başta hiç var olmamalıydı.¹⁴
Elbette ki tüm araştırmalar yukarıda belirtilen temel hükümlere ters
düşmemektedir. Juan ve Pierskalla'nın yaptıkları literatür taramasında da
görüldüğü üzere, kontrollerin kavramsallaştırılması ve ölçülmesinde
dikkatli davranan, uygulanabilir bir karşı olgu oluşturan, maliyet ve
faydaların haklı bir şekilde ağırlıklı olarak ele alındığı birden fazla unsuru
içeren ve temel epistemik erdemlere bağlı kalan araştırmalar, Batı
kolonyalizmi dönemlerinin çoğunun olmasa da en azından bazılarının net
fayda sağladığını ortaya koymaktadır.¹⁵ Bu tür çalışmalar, kolonyalizm
altında önemli sosyal, ekonomik ve siyasi kazanımlar elde edildiğine dair
kanıtlar bulmuştur: eğitimin yaygınlaştırılması; kamu sağlığının
iyileştirilmesi; köleliğin kaldırılması; istihdam olanaklarının genişletilmesi;
yönetimin iyileştirilmesi; temel altyapının oluşturulması; kadın hakları;
dokunulmaz veya tarihsel olarak dışlanmış topluluklara hak tanınması;
adil vergilendirme; sermayeye erişim; tarihsel ve kültürel bilgi üretimi; ve
ulusal kimlik oluşumu, bunlardan bazılarıdır.¹⁶
Bu da kolonyalizm karşıtı eleştirilerin ikinci bir başarısızlığına yol
açmaktadır. Nesnel maliyet ve faydaların zaman ve mekana göre
değiştiği göz önüne alındığında, bir başka yaklaşım da basitçe bundan
etkilenen kişilerin yargılarına başvurmaktır. Öznel meşruiyet yaklaşımı,
kolonyalizme maruz kalan insanların inançları ve faaliyetleri vasıtasıyla
kolonyalizmi haklı görüp görmediklerini sorgulamaktadır. Hechter'in
gösterdiği gibi, yabancı egemenliği dünya tarihinde çoğu zaman meşru
olmuştur çünkü yerli alternatiften daha iyi bir yönetim sağlamıştır.¹⁷
Ancak kolonyalizm karşıtları basitçe kolonyalizmin Hopkins'in ifadesiyle
"halkın meşruiyetinden yoksun yabancı bir dayatma" olduğunu ileri
sürmektedir.¹⁸ Aslında çok geç dönemlere kadar Avrupa kolonyalizmi son
derece meşruydu ve geçerli nedenlere dayanıyordu.
Milyonlarca insan kolonyal yönetimin daha yoğun olduğu bölgelere
taşındı, çocuklarını kolonyal okullara ve hastanelere gönderdi, kolonyal
hükümetlerdeki pozisyonlarda göreve çağrılmanın da ötesine geçti,
kolonyal polise suç ihbarında bulundu, kolonileştirilmemiş bölgelerden
kolonileştirilmiş bölgelere göç etti, kolonyal ordular için savaştı ve
kolonyal siyasi süreçlere katıldı; bunların hepsi nispeten gönüllü
eylemlerdi. Gerçekten de, Batı kolonyalizminin ilgili nüfuslara ve
coğrafyalara göre oldukça az bir güç kullanarak hızla yayılması ve
varlığını sürdürmesi, uygulanabilir alternatiflere kıyasla uyruklar
tarafından kabul gördüğünün ilk kanıtıdır. Abernethy'nin gösterdiği gibi,
kolonyalizmin "koruyucuları", "kolaylaştırıcıları" ve "işbirlikçileri", en
azından çok geç dönemlere kadar, " direnişçilerden" çok daha fazla
sayıdaydı: "İmparatorluğun genişlemesi çoğu zaman sadece
Avrupalıların zorlamasıyla değil, aynı zamanda yerlilerin desteğiyle de
gerçekleşmiştir."¹⁹ Borneo'da, Brunei Sultanı 1841'de bir İngiliz gezgin
olan James Brooke'u kaotik Sarawak eyaletinin rajahı (yönetici) olarak
atadı. Düzen ve refah o kadar arttı ki 1888'de bir İngiliz himayesi
kurulduğunda bile Sultan 1946'ya kadar burayı Brooke ailesinin
kontrolünde bırakmayı tercih etti.²⁰
İkinci Dünya Savaşı sırasında Gold Coast valisi olan Sir Alan Burns şöyle
demiştir: "Gold Coast halkı bizi denize dökmek isteseydi, onları
engelleyecek çok az şey vardı. Ancak bu, halkın boş sadakat
protestolarıyla değil, orduda hizmet edecek adamlarla ... ve savaş
fonlarına ve savaş hayır kurumlarına verdikleri cömert hediyelerle
binlerce kişinin öne çıktığı zamandı. Bu, İngiliz yönetiminden bıkmış
insanlar için oldukça ilginç bir davranıştı."²¹ Çoğu koloni bölgesinde,
tebaa halklar ya rakip gruplardan gelen ciddi güvenlik tehditleriyle karşı
karşıyaydı ya da modernleşmiş ve liberal bir devlet tarafından
yönetilmenin faydalarını görüyordu. Çok geç bir dönemde kolonyalizm
karşıtı bir ajitatör haline gelen Patrice Lumumba, 1962 tarihli
otobiyografisinde Belçika kolonyal yönetimini "insanlık onurumuzu geri
kazandırdığı ve bizi özgür, mutlu, dinç ve medeni insanlara
dönüştürdüğü" için övmüştür.²² Chinua Achebe'nin kolonyalizm yanlısı
pek çok ifadesi ise kolonyalizm karşıtı ideoloji tarafından adeta
hafızalardan silinmiştir.²³ Bu tür kanıtları dikkate alan az sayıdaki
akademisyen ise bunları genellikle bir tür yanılgı biçimi olarak
görmektedir.²⁴
Kolonyalizm karşıtı eleştirinin kolonyalizmin nesnel faydaları ve öznel
meşruiyeti ile hesaplaşmadaki başarısızlığı, üçüncü ve daha derin bir
başarısızlığa işaret etmektedir: Bu eleştiri hiçbir zaman, yanlışlanmaya
açık, ortak araştırma standartları ile gerekçelendirilmiş bilimsel bir iddia
anlamında "doğru" olmayı amaçlamamıştır. Kolonyalizm karşıtı
düşüncelerin kökenleri siyasi ve ideolojiktir. Bu düşüncelerin asıl amacı
tarihsel doğruluk değil, çağdaş savunuculuktur. Günümüzde aktivistler
"dekolonizasyon" (ya da "postkolonyalizm") kavramını her türlü radikal
toplumsal dönüşümle ilişkilendirmekte, bu da istemeden de olsa tarihi
sonuçları günümüz çabalarına bağlamaktadır. Tarihsel gerçeklerden
koparılan postkolonyalizm, Williams'ın deyimiyle metropolitan bir flaneur
tavır ve performans kültürüne dönüştü; bu kültürün yakın zamandaki
başarıları arasında Üçüncü Dünya ülkelerinde yaşanan sadomazoşizmin yüceliklerinin araştırılması ve daha önce hiç kolonyalizm
deneyimi yaşamamış ülkelerde kolonyalizmin yarattığı dehşet üzerine
gelişen bir literatür yer alıyor.²⁵
Kolonyalizm karşıtı eleştirilerin bu üçüncü başarısızlığı belki de en zarar
verici olanıdır. Bu sadece tarihsel hakikatin önünde bir engel değildir, ki
bu da başlı başına büyük bir kötülüktür. Bu eleştiri, çağdaş bir
savunuculuk aracı olarak bile kendi kendini yaralar. Zira koloni sonrası
Güney Afrika devletinin Helen Zille'ye uyguladığı baskının da gösterdiği
gibi, esasen kolonyal tarihi bir propaganda silahı haline getirmektedir.
Englund, Zambiya'daki koloni dönemi gazetelerini incelediği
çalışmasında, "Koloni karşıtı duygulara dair bir meta-anlatının görünmez
kılabileceği şey, insanların koloni karşıtı ya da yanlısı ifadeler
kullanmadan (belirli ideolojik kategorilere sıkışmadan) gelecekte ortaya
çıkabilecek yeni fırsatlar ve imkânlar üzerinde hak iddia etme yollarıdır."
"Tüm akademik ilgiyi bu dönemde farklı aktörlerin koloni yönetimini nasıl
sona erdirmeye çalıştıkları sorusuna yöneltmek, kolonici ve koloni karşıtı
gündemler arasında hiçbir kuramsal alana izin vermeyen ve böylece
diğer olasılıkları bilimsel ve ahlaki tahayyül için ulaşılamaz kılan
sınırlayıcı bir koloni karşıtı meta-anlatıya boyun eğmektir."²⁶
Anti-kolonyalizmin Sonuçları
İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana küresel ölçekte
gelişen kolonyalizm karşıtlığının iç ve uluslararası ilişkiler üzerindeki
zararlı etkilerini abartmak zordur. Milliyetçi elitler, Avrupalı kolonicilerin
piyasa ekonomilerini, çoğulcu ve anayasal yönetimlerini ve rasyonel
politika süreçlerini yok etmeye yönelik çağrılarla cahil halkları harekete
geçirirken, kolonyalizm karşıtlığı bir çok ülkeyi kasıp kavurdu. Yaşanan
zulümler için "özür dileme çağında", göze çarpan sessizliklerden biri de
kolonyalizm karşıtı taraftarların Üçüncü Dünya halklarına yönelik
gerçekleştirdikleri pek çok zulüm için özür dilememesi yönünde
olmuştur.²⁷
Bu durumu Gine-Bissau ve onun sömürge karşıtı "kahramanı" Amilcar
Cabral'dan daha iyi anlatan çok az örnek vardır. Cabral, 1963 yılında
Portekiz yönetimine karşı bir gerilla savaşı başlatırken "halkımız için her
şeyi mümkün kılmak için ülkemizdeki koloni yönetiminin tüm yönlerini
tamamen yok etmek, kırmak ve kül haline getirmek gerektiği" konusunda
ısrar etti.²⁸ Hedef tahtasında, 1936 yılında bölgeyi kontrol altına aldıktan
sonra pirinç üretimini dört katına çıkaran ve ortalama yaşam süresinde
sürekli artışlar sağlayan başarılı bir koloni yönetimi vardı.²⁹ Cabral, kendi
ifadesiyle, "halkını hiçbir zaman kolonyalizme karşı mücadele temelinde
harekete geçiremedi".³⁰ Bunun yerine Küba, Rusya ve Çekoslovakya'dan
silah ve talim eğitimi, İsveç'ten de ekonomik yardım aldı. Bunun
sonucunda ortaya çıkan savaş 600.000 kişilik nüfustan on beş bin kişinin
ölümüne yol açmakla kalmadı, aynı zamanda 150.000 kişiyi de (nüfusun
dörtte biri) yerinden etti.
1974'te "bağımsızlık" sağlandıktan sonra, çatışmaların doğrudan bir
sonucu olarak en az 10.000 kişinin daha hayatına mal olan ikinci bir
insanlık trajedisi ortaya çıktı. 1980'e gelindiğinde pirinç üretimi yüzde
50'den fazla azalarak seksen bin tona düşmüştü (Portekizliler döneminde
182.000 tonla zirve yapmıştı). Politika, Forrest'ın deyimiyle "eski
devrimcilerin hırçın gürültüsü" haline geldi.³¹ Cabral'ın başkan olan üvey
kardeşi, gizli polis teşkilatını muhalefetin üzerine saldı. 1981'de
muhalifler için açılan üç toplu mezarda beş yüz ceset bulundu.³²
Geriye kalan nüfusun onda biri Senegal'e doğru kaçtı.³³ Cabralcı tek parti
devleti on beş bin memurla, zirvedeki Portekiz yönetiminden on kat daha
büyük bir sayıya ulaştı.³⁴ Kafası karışmış Marksist akademisyenler ise
kolonyalizm mirasını, hava durumunu ya da İsrail'i suçladılar.³⁵
Sonrasında işler daha da kötüye gitti. BM'nin aşağı yukarı daimi bir
koruma gücüne sahip olan Gine-Bissau, "continuadores de Cabral"
(Cabral'ın halefleri) Dünya Bankası'nın "süregelen siyasi kargaşa" olarak
adlandırdığı bir ortamda didişirken milyonlarca dolarlık yardım almaya
devam ediyor.³⁶ Bugün Gine‑Bissau'da kişi başına düşen pirinç üretimi,
kırk yıllık uluslararası yardım ve teknolojik ilerlemelere rağmen
Portekizliler dönemindekinin yalnızca üçte biri kadardır. Sağlık alanındaki
gelişmeler ise bağımsızlıktan sonra önemli ölçüde yavaşladı. 2015 yılına
gelindiğinde, ortalama bir Gine-Bissau'lu sadece elli beş yaşına kadar
yaşıyordu; bu da bağımsızlıktan bu yana yılda sadece 0,3 yıl fazladan
yaşam kazanımı anlamına geliyordu ki bu da geç koloni döneminde
kazanılan yılda 0,73 ekstra yaşam yılının yarısından daha azdı. Afrika'nın
müreffeh ve insancıl bir Makao'su ya da Goa'sı olabilecek yer bugün
insani acılarla dolu bir lağım çukurudur. Batılı ve Afrikalı kolonyalizm
karşıtı akademisyenler Cabral'ın "ulusal kurtuluş" fikirlerini yüceltmeye
devam ediyor.³⁷ Ama aslında Gineliler muhtemelen şunu soruyorlardır:
Portekizliler ne zaman geri dönecek?
Gine-Bissau uç bir örnek gibi görünüyor. Ama aslında öyle değil. İkinci
Dünya Savaşı'ndan sonra kolonyal "boyunduruğu" üzerinden atan
seksen ülkenin en az yarısı benzer bir travma yaşarken, geri kalanların
çoğu topallayarak yoluna devam etti. Altmış yıl boyunca Üçüncü Dünya
ülkelerindeki despotlar, demokratik muhalefeti itibarsızlaştırmak ve
ekonomilerini mahvetmek için yeniden kolonileşme korkusunu ortaya
attılar. Yine de bu postkolonyal travmaların çoğu hakkında neredeyse
hiçbir şey yazılmadı, çünkü Igreja'nın da belirttiği gibi, kolonyalizm karşıtı
hareketlerin mağdur edici değil, mağdur olan taraf olduğu
varsayılıyordu.³⁸ Tam bir Avrupa-merkezci (Eurocentric) modda olan
akademisyenler, kolonyal vahşet üzerine kitaplar yazmayı ya da
"kolonyal mirasların" söz konusu ülkelere kolonyalizm karşıtı liderleri
tarafından vurulan darbeler ve aptallıklarla bir ilgisi olduğunu öne
sürmeyi tercih etmektedirler.³⁹
Elbette koloni dönemi tamamen iyi olmadığı gibi, bağımsızlık dönemi de
tamamen kötü olmamıştır. Bazı postkolonyal devletler makul bir düzeyde
sağlıklı durumdadır. Ahlaki tahayyülleri kolonyalizm karşıtı ideolojilerle
örtülmemiş olanlar modernite ile en verimli şekilde karşılaşmış ve W.
Arthur Lewis'in deyimiyle "üçüncü dünyanın yaratıcı" liderleri olarak
ortaya çıkmışlardır.⁴⁰
Ancak geri kalanların çoğu, insan refahı açısından vahim sonuçlar
doğuran kolonyalizm karşıtı "protest" kimliklere saplanıp kaldı. Dünya
Bankası'nın 1996 tarihli bir raporunda şöyle deniyordu: "Neredeyse her
Afrika ülkesi son otuz yılda sistematik bir kapasite gerilemesine tanık
oldu; çoğunluğu bağımsızlık öncesinde şu anda sahip olduklarından
daha iyi kapasiteye sahipti."⁴¹ Ülkelerin kapasitelerinde yaşanan bu kayıp
önemsiz değildi; on milyonlarca insanın hayatını kaybetmesi anlamına
geliyordu. Ve durum iyiye gitmiyor. Örneğin, Andrews ve meslektaşlarına
göre, tarihsel olarak gelişmekte olan 102 ülkeden sadece on üçü 2100
yılına kadar yüksek bir kapasiteye sahip olma yolunda ilerliyor.
Bangladeş halkı, yüksek kapasiteli bir duruma ulaşabilmek için mevcut
hızlarıyla 244 yıl daha beklemek zorunda kalacak.⁴² Bu eski Doğu
Bengal eyaletinde iyi bir yönetim tesis etmek, (aşağıda tartışıldığı üzere)
bazı değişiklikler yapılmış haliyle bile İngiltere'nin yirmi üçüncü yüzyılın
ortalarına kadar zamanını alır mıydı?
Bu arada uluslararası ilişkilerde Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika gibi
liberal ve demokratik devletler kendilerini Batı kolonyalizminin düşmanları
olarak göstermeye devam etmektedir. Chatterjee Miller'ın da gösterdiği
gibi, bu eski kolonilerin dış politikaları rasyonel kişisel çıkar ya da küresel
sorumluluktan ziyade mağduriyet ve hak sahibi olma duygusuyla
yönlendirilmeye devam ediyor.⁴³ Bu da dünyanın ne zaman insani, siyasi
ya da güvenlikle ilgili bir felakete -örneğin Sri Lanka, Venezüella ya da
Zimbabwe- koordineli bir yanıt verme ihtiyacı duysa, kolonyalizm karşıtı
kesimlerin bu konuda harekete geçilmesini engellemek için araya girdiği
anlamına geliyor. Anlaşıldığı üzere, insan haklarına ve dünya barışına
yönelik en ciddi tehdit, Birleşmiş Milletler'in 1960 yılında ilan ettiği gibi
kolonyalizm değil, anti-kolonyalizmdir.
Chatterjee Miller, bu kolonyalizm karşıtı görüşlere karşı "duyarlı" olmanın
Batı'nın sorumluluğu olduğunu savunmaktadır. Alternatif bir görüşe göre
ise Batı'nın sorumluluğu bu ulusların bu alışkanlıktan kurtulmalarına
yardımcı olmaktır. Ne de olsa Britanya'nın yükselişi, Romalılardan
Normanlara kadar uzanan kolonicileri kucaklama ve onları kutlama
biçimlerinden kesinlikle ayrılamaz. Eğer Britanya'da kolonyalizm karşıtı
duygulara meydan okunmasaydı, ülke günümüzde druidlere tapanların
yaşadığı bir durgun su olurdu.
Koloni Yönetimini Yeniden Diriltmek
Entelektüeller Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana kolonyalizm
karşıtı bir politika yürütmeye devam etseler de, pek çok ülke "kolonyal
yönetişim" anlayışının tohumlarını yeniden ekmek üzere iç yönetimlerini
değiştirmiştir. Bu gündemin "iyi yönetişim" gündemiyle pek çok ortak
noktası vardır: ekonomik liberalleşme, çoğulcu siyaset ve idari düzen
çoğu ülkede sosyalist çizginin yerini almıştır. Ancak kolonyal yönetişim
gündemi iki açıdan iyi yönetişim gündeminden farklıdır.
Birincisi, kolonyal yönetişim gündemi bir ülkenin kolonyal geçmişini
açıkça onaylar ve ondan ödünç alır, bu bağlamda da yönetimle ilgili
fikirler ve kavramlar arar. Burton ve Jennings'in belirttiği gibi,
"bağımsızlıktan sonraki ilk on yılda ... Doğu Afrika hükümetleri, bölgesel
standartlara göre oldukça başarılı yönetişim biçimleri yaratmak için
genellikle kolonyal seleflerinin hem idari yapılarını hem de ideolojik
kavramlarını benimsemiş veya uyarlamıştır."⁴⁴ Pek çok durumda,
kolonyal bürokratlar ve polis yeni bağımsız hükümetler tarafından
yeniden görevlendirildi.
Bağımsızlıkta terk edilen bu kolonyal yörüngenin geri kazanılması,
kolonyal yönetişim gündeminin anahtarıdır. Kolonyalizm karşıtı bir
"kahraman" olan Chinua Achebe, kendi ülkesi Nijerya'da kolonyalizmin
yönetişime olumlu katkılarını açıkça teyit eden bir hatırat kaleme aldıktan
sonra hayatını kaybetmiştir: "İngiliz kolonilerinin az ya da çok ustalıkla
yönetildiği gerçeğiyle yüzleşmek önemlidir" diye yazdı.⁴⁵ Msiska'nın
deyimiyle Achebe'nin "söylenemeyeni dile getirmesi" konusunda önemli
olan, "yaşanabilir bir topluluk olarak kolonyal ulusal oluşumu" yeniden
keşfetmesiydi.⁴⁶ Bunun, kamu hizmetlerinin nasıl organize edileceği,
federalizmin nasıl yönetileceği ve eğitimin nasıl teşvik edileceği üzerinde
somut etkileri olmuştur. Bir ülkenin geçmişinde yer alan demokratik
dönemler gibi, koloni dönemleri de yaşanabilir bir geçmiş arayışıyla
yeniden gözden geçirilmesi gereken bir tavan arasına dönüşür. Bu da
kolonyal dönemlerin direniş kaynağı olarak değil, verimli yaratıcılık
kaynakları olarak görülmesi için önyargısız bir kolonyalizm tarih yazımına
yeniden yatırım yapmanın önemini vurgulamaktadır.
İkinci ve bağlantılı olarak, kolonyal yönetişim gündemi, etkili özyönetim
kapasitesinin eksik olduğunu ve yoktan var edilemeyeceğini kabul eder.
Plamenatz ve Barnes gibi birkaç düşünürün zamanında uyardığı gibi,
hukukun üstünlüğünü korumak ve kamu hizmetleri sunmak için gerekli
olan devlet kapasitesinin eksikliği, Üçüncü Dünya ülkelerinde ortaya
çıkan "bağımsızlık" trajedisinin temelini oluşturmuştur.⁴⁷ "Kolonyal
yönetişimi" geri kazanmak, bu kapasiteyi güçlendirmek için iş dünyası,
sivil toplum ve kamu sektöründeki kilit sektörlere yabancı müdahalesini
arttırmak anlamına gelmektedir. Örneğin 1985 yılında Endonezya
hükümeti, Jakarta'nın Tanjung Priok limanında çalışan altı bin devlet
müfettişinin tamamını işten çıkararak, yolsuzluğa bulaşmış olan ve
verimsiz bir şekilde çalışan gümrük servisini İsviçre firması SGS ile
değiştirmiştir. İsviçreliler gümrük servisini yeniden inşa ederek 1991'de
kısmi, 1997'de ise tam kontrolü tekrar devrettiler.⁴⁸ Bunun üzerine
Endonezya'nın ihracatı hızla gelişti. Öte yandan, çevreci sivil toplum
kuruluşları üzerine yapılan çalışmalara göre, sivil toplum ve başarılı
politika reformları, koloni döneminde olduğu gibi, uluslararası sivil toplum
aktörlerinin varlığıyla daha hızlı gelişmektedir.⁴⁹ Dahası, Hönke'nin
belgelediği gibi, çok uluslu şirketler, kolonyal uygulamaları doğrudan
taklit ederek tesislerinin yakınında kamu hizmeti sağlamakla
görevlendirilebilir.⁵⁰
Kolonyal yönetişim gündemi, iyi yönetişim gündeminde genellikle eksik
olan bir kozmopolitizmi -uygarlaştırma misyonunu- benimser. Bain,
dekolonizasyonun "acımasız realitesini" ve "korkunç sonuçlarını" kabul
etmektedir.⁵¹ Ancak kendisi aynı zamanda Batı'nın sunabileceği bir şey
olduğu fikrini de reddetmektedir, zira bu emperyal bir misyonu ima
etmektedir. Chandler'ın adlandırdığı şekliyle bu "liberal barışın eleştirel
olmayan eleştirisi", Üçüncü Dünya uluslarını "otantik" veya "yerli"
uygulamaların zaaflarına ve kaprislerine mahkum ederek, kendi
kendilerini yönetme kapasitelerine dair umutlarını fiilen terk etmelerine
neden olmaktadır.⁵² Buna karşılık, kolonyal yönetişim gündemi liberal
barışın evrenselliğini ve bununla birlikte iyi yönetilen bir ülkenin neye
benzediğine dair ortak bir standardı yeniden diriltmektedir.
Yeniden Kolonizasyon için bir savunma
Kolonyalizmi yeniden tesis etmenin ikinci bir kapsamlı yolu da bazı
bölgeleri yeniden kolonize etmektir. Bazı durumlarda, Batılı ülkeler için
egemenliğin yalnızca biçimsel olarak bir kısmının devredilmesi, zayıf
devletlerde bir kapasitenin oluşturulması için gereken sorumluluk ve
otorite unsurlarının bir arada bulunmasını sağlayabilir. Chesterman'ın
sıkça alıntılanan ifadesiyle, modern devlet inşasında karşılaşılan sorun
"kolonyal karakterde olması değil, aksine bazen yeterince kolonyal
olmamasıdır."⁵³
Örneğin Dünya Bankası ve USAID, 1990'lar ve 2000'lerde Liberya ve
Çad'da büyük hükümet harcamalarının yapılabilmesi için hem iç hem de
dış aktörlerin imzasını gerektiren "ortak imza" düzenlemelerini
uygulamaya koymuştur. Avustralya liderliğindeki RAMSI ( Solomon
Adaları Bölgesel Yardım Misyonu) ya da BM'nin CICIG kısaltmasıyla
bilinen Guatemala'daki Cezasızlıkla Mücadele Uluslararası
Komisyonu'nda, devletin giderek yaygınlaşan yolsuzluğu ve
kriminalleşmesi nedeniyle temel hukuki ve polisiye fonksiyonlar dış
güçlere devredilmiştir.
Sèbe bunu "kozmopolit ulus inşası" olarak adlandırıyor çünkü bu, çoğu
postkolonyal ülkeyi yerle bir eden dar görüşlü kendi kendini yönetme
kapasitesi mitinin açık bir reddini temsil ediyor.⁵⁴ "Egemenliğin
paylaşılması", "vesayet", "vekil yönetim", "geçiş yönetimi", "neo-vesayet",
"işbirlikçi müdahale" gibi giderek yaygınlaşan bir dizi örtmece ifade
kullanmak yerine, bu düzenlemeleri "kolonyalizm" olarak adlandırmak
gerekir, böylelikle tarihsel verilerden kaçmak yerine onları kucaklamış
oluruz. Ignatieff'in 2002'de yazdığı gibi: "Emperyalizm, siyaseten yanlış
olduğu için gerekli olmaktan çıkmaz."⁵⁵
Kendi kendini yönetme kapasitesi mitinin kavramsal olarak terk edilmesi
artık ana akım haline gelmiş olsa da, kolonyalizmin yeni biçimlerini işler
hale getirmenin zorlukları oldukça fazladır. Politikacılar için üç ayrı sorun
vardır: (1) kolonyalizmin kolonileştirilenler tarafından nasıl kabul edilebilir
hale getirileceği; (2) Batılı ülkelerin yeniden kolonyal olmaya nasıl motive
edileceği; ve (3) kolonyalizmin nasıl kalıcı sonuçlar elde edeceği.
Herhangi bir kolonyal ilişkinin kurulabilmesi için yerel halk tarafından
yüksek derecede kabul görmesi gerekir. Belki de bu durum neden Soğuk
Savaş sonrası müdahalelerin gayrimeşru ve zorla dayatıldığı iddia edilen
koloniciliğin aksine katılımcı ve rızaya dayalı doğalarını vurgulamaya
çalıştıklarını açıklamaktadır.⁵⁶ Bu, doğruluğu kanıtlanmış bir kolonyalizm
tarih yazımına şiddetle ihtiyaç duyulan bir başka alandır çünkü belirtildiği
üzere, kolonyalizm genellikle siyasi olarak göze çarpan aktörlerin önemli
ölçüde rızasıyla yayılmıştır.
Kolonyal meşruiyet konusunda çıkarılacak derslerden biri, en azından ilk
aşamalarda meşruluğun bir plebisit düzenlenmesi ya da örgütlü ve geniş
temsil kabiliyetine sahip grupların desteğiyle değil, basitçe müdahaleci
devlet tarafından kilit aktörlerin rızasının kazanılması ve işlerin yoluna
konulmasıyla ortaya konacağıdır. Modern müdahaleleri eleştirenler
sıklıkla "sorumluluk ya da temsiliyet" eksikliğinden dem vururlar.⁵⁷ Oysa
müdahaleyi ilk etapta gerekli kılan şey zaten bu tür bir sorumluluk ya da
temsil koşulunun eksikliğidir; tıpkı Batı tarafından yönetilmeyen
bölgelerin daha iyi yönetilebilmesi için kolonyalizmin yayılması gibi.
Chesterman'ın yazdığı gibi: "Eğer gerçekten de bir yerel yönetim
mümkün olsaydı, o zaman geçici bir yönetime gereksinim olmazdı."
Chesterman'a göre hesap verebilir bir siyasi gücün yaratılması "geçici
yönetimin amacı olabilir" ama "tanımı gereği aracı değildir."⁵⁸
Bu mantık çerçevesinde daha da ileri gidersek, başlangıçta ileriye dönük
meşru bir yol seçme kapasitesine sahip olan, kayyum olarak hareket
etmekle yükümlü olan müdahaleci devlettir. Tıpkı koloni dönemlerinde
olduğu gibi, sağlam sorumluluk mekanizmalarına sahip liberal bir devletin
yabancı kontrolü, zayıf bir devlete sahip olan bir halkın "yerel yönetim"
olgusuna en çok yaklaşabileceği durumdur. Sierra Leone'de 1999-2005
yılları arasında İngilizlerin polis teşkilatını yeniden düzenlemesine ve inşa
etmesine verilen yaygın destek, açık bir kolonyal iz taşıyan ve dış
kaynaklı bu meşruiyetle açıklanıyordu: "Sierra Leone'liler arasında
İngilizlere karşı her zaman bir zaaf olmuştur. Bu duygu şimdi, halkın
ülkenin çaresiz durumu nedeniyle İngilizlerin gerektiği kadar kalması
yönündeki talepleriyle tam anlamıyla ortaya çıktı."⁵⁹
Yeni bir kolonyalizmin meşruiyeti için neredeyse her zaman hem ülke
içinde popüler olan hem de kolonyal ilişkinin güçlü bir savunucusu olan
yerel bir lider gerekecektir. Liberya'nın dirayetli başkanı Ellen Johnson
Sirleaf, başlangıçtaki şüpheciliğin ardından, harcama ve bütçe
konusunda dış aktörlere geniş yetkiler veren 2005 sonrası Hükümet ve
Ekonomik Yardım Yönetimi Programı'nı (GEMAP) savundu. Sonuç olarak
Liberyalılar GEMAP'ı genel olarak memnuniyetle karşıladı.⁶⁰ Times, "Bazı
Liberyalı politikacılar bu planı üstü örtülü bir kolonyalizm olarak görse de,
başkentin çöp yığınlarıyla dolu sokaklarında yaşayanlar arasında son
derece popüler" diye yazmıştır. "GEMAP'ı seviyoruz," diyor Henry
Williams adlı bir esnaf, tezgâhtaki kalabalığın başını sallaması üzerine.
"Politikacıların bizden çalmasını engelleyecek."⁶¹
Kolonyal meşrulaştırmanın ileriye dönük dinamikleri çetrefillidir çünkü bir
ülke "egemenliğini kazandıkça" kolonyal ilişkinin meşruiyeti sürekli olarak
yeniden düzenlenip teyit edilmezse azalacaktır. Yerel kurumlar ve
normlar geliştikçe, kolonyal ilişki daha yoğun hale gelecek ama aynı
zamanda bu durum daha karmaşık bir yönetim biçimine yol açacağı için
de tartışmalara neden olacaktır. Yine, tarihte yaşanmış kolonyalizmden
alınacak dersler önemlidir: Darwin, "Kolonyal sistemden ayrılma
sürecinin temel paradoksu, çoğu durumda bu sürecin kolonyal devlet
inşasının en aktif aşamasına denk gelmesidir" diye yazmıştır.⁶²
Tartışmasız daha önemli olmasına rağmen ikinci zorluğa çok az dikkat
edilmiştir: Batılı ülkelerin kolonici olmaya nasıl motive edileceği.
"Sömürü" çığırtkanlığına rağmen, kolonyalizm aslında emperyal güçler
için muhtemelen maddi bir kayıptı. Stanford ekonomisti Richard
Hammond, Avrupalı güçlerin büyük ölçüde ekonomik olmayan nedenlerle
yıkıcı derecede maliyetli ve nihayetinde maddi zarara yol açan
kolonyalizme girişme yollarını tanımlamak için "ekonomik olmayan
emperyalizm" terimini türetmiştir.⁶³ Hollanda'nın Tayvan'ı teslim etmesiyle
ilgili olarak Wu'nun da belirttiği gibi, Avrupalı güçlerin kolonilerinden bu
kadar kolay vazgeçmelerinin nedeni budur.⁶⁴ İmparatorluğun faydaları
geniş bir alana yayılırken, maliyetler dar bir şekilde kolonyal güç
tarafından karşılanıyordu. Kaplan'ın yazdığı gibi: "Emperyalizmle ilgili asıl
sorun onun kötü olması değil, oldukça maliyetli olması ve bu nedenle
ABD gibi bir ülke için sorunlu bir geniş strateji olmasıdır."⁶⁵
Örneğin Avustralya'nın Lowy Uluslararası Politika Enstitüsü, RAMSI
programının Avustralyalı vergi mükelleflerine on yıllık süre zarfında
yaklaşık 2 milyar dolara mal olduğunu hesaplamıştır ki bu da kabaca
başkent Canberra'nın yıllık sağlık ve eğitim bütçesine ya da tüm
Solomon Adalıların toplam bir yıllık ekonomik üretimine denk
gelmektedir. Enstitü bunu "Avustralya'nın çıkarlarının sınırlı olduğu bir
ülke için devasa bir yatırım" olarak tanımladı.⁶⁶ Solomon Adalıların
sömürgecilik karşıtı söylemler kullanan muhalefeti ortaya çıktığı anda
Avustralyalılar evlerine döndüler.⁶⁷
Batılı hükümetler yaptıkları harcamaların hesabını verme konusunda
yakından takip edildiğinden ve kolonyalizm karşıtı ideoloji kolayca
harekete geçirilebildiğinden, yabancı bir ülkenin meseleleri için
sorumluluk üstlenmeye istekli olmak kolay olmayacaktır. Bu arada BM,
önde gelen Üçüncü Dünya ülkelerinin süregelen kolonyalizm karşıtlığı
nedeniyle daha fazla "uluslararası yönetim" ile duruma müdahale
etmeyecektir.⁶⁸ Collier'in BM öncülüğünde genişletilmiş yönetim hükmü
önerisi bu nedenle pratik değildir.⁶⁹
Teşvik sorununu çözebilmek için Hechter, "transnasyonal yönetim
piyasası" çağrısında bulunmuştur ki biz buna daha az örtülü bir şekilde
"kiralık kolonyalizm" diyebiliriz.⁷⁰ Böylece kolonyal devletlere hizmetleri
karşılığında ödeme yapılacaktır ki bu da başarılı olmak için önemli bir
motivasyon kaynağıdır. Sözleşmeye dayalı motivasyon, şartların
periyodik olarak yeniden müzakere edilmesi yoluyla rızayı da
güçlendirecektir. Bu sistem düzgün bir şekilde tasarlanırsa, yerel ülkeler
bu maliyetleri daha fazla yabancı yatırım, daha düşük dış borçlanma
maliyetleri ve daha fazla iş güveni ile fazlasıyla karşılayacaktır ki bu
faydalar muhtemelen koloni döneminde yönetimin iyileştirilmesi gibi
faydalardan daha önemlidir.⁷¹
Geriye yeni kolonyalizm biçimlerinin işe yarayıp yaramayacağına dair
üçüncü soru kalıyor. Burada önemli olan nokta, devlet inşası için uygun
modellerin muhtemelen modern liberal modeller değil de başka bir şey
olması nedeniyle, kolonyal geçmişin bu soruyla olan ilgisine dikkat
çekmektir.⁷² Soğuk Savaş sonrası egemenliğin paylaşılmasını içeren
müdahalelerin sayısı oldukça az olsa da, ders çıkarılabilecek pek çok
kolonyalizm dönemi ve türü olmuştur. Örneğin, Çin'in soykırımcı rejiminin
uyguladığı baskılar sonrasında Kamboçya'da devletin büyük ölçüde
başarılı bir şekilde yeniden diriltilmesi, 1992-1993 yıllarında BM
öncülüğünde gerçekleştirilen yeniden yapılandırma çabalarına
atfedilemez. Liberal barış inşası Kamboçya'da sağlam bir demokrasi ya
da bağımsız bir polis ve ordu yaratma niyeti açısından
değerlendirildiğinde başarısız olmuştur.⁷³ Ortaya çıkan daha ziyade
kolonyal geçmişte derin kökleri olan başarılı bir yarı-otoriter yönetim
biçimi olmuştur.⁷⁴
Kolonyal geçmişten alınan derslerden biri, egemenlik paylaşımının çoğu
durumda önemli ve kapsamlı olması gerektiğidir. Matanock'un iddia ettiği
gibi, dış aktörler çürümüş yerel kurumlarla çalışmak zorunda bırakılırsa,
reformlar zorlaşacaktır.⁷⁵ Yerel bir polis gücünün yeniden yapılandırılması
egemenlik paylaşımı olmadan mümkün olabilir. Ancak tamamen
yozlaşmış bir ulusal ceza adaleti sisteminin temizlenmesi için mutlaka dış
denetim gerekir. "Kolonyalizm" kelimesine yeniden sahip çıkmamızın
nedeni, bu önemli empirik kavrayışı göz ardı etmemektir.
İkinci ders ise Lemay-Hébert'in "toplumsal değerlerin merkeziliği" olarak
adlandırdığı, toplumdaki değerler ile devletin değerleri arasındaki
uyumun önemidir.⁷⁶ Lemay-Hébert'e göre liberal müdahaleler, toplumsal
değerlere karşı duydukları isteksizlik nedeniyle başarısız olmaktadır.
Buna karşılık kolonyal müdahalelerin başarı şansı daha yüksek olabilir
çünkü tarihsel olarak bu "toplumsal vurgu" kolonyalizmin başarılı olduğu
bir konudur: çifte yetki, dolaylı yönetim, asgari düzeyde yabancı personel
ve geleneksel hukuk modernitenin altyapısıyla (okullar, evrensel yasalar,
"Batılı" tıp vb.) el ele gitmiştir. Van Raybrouck konuyla ilgili olarak şu
üzücü sonuca varmıştır: "Kongo, bağımsızlığını kazandığından bu yana
hiçbir zaman eski [Belçika koloni] Force Publique ile kıyaslanabilecek
etkinlikte ve disiplinde bir orduya sahip olmamıştır."⁷⁷ Belki de Belçikalılar
geri dönmeli.
Galinhas'ın Öyküsü
Yerel meşruiyet, Batı iradesi ve iyi bir plan olsa bile, yeni kolonyalizm
biçimlerini işler hale getirmenin zorlukları çok büyüktür. Yöneticilerin,
yüzyıllık kolonyalizm karşıtı politikaların neden olduğu kaos ve yerinden
edilmelere karşı yeni çözümler üretmesi gerekecektir. İşte size mütevazı
bir fikir: sıfırdan yeni Batı kolonileri inşa etmek.
2016 yılında Dünya Bankası'nın baş ekonomisti olan ekonomist Paul
Romer, 2009 yılında zengin ülkelerin yoksul ülkelerde "kiralık şehirler"
inşa etmesini önermişti.⁷⁸
Bu modelde, Hong Kong'da olduğu gibi, büyük ölçüde boş araziler
yabancı bir ulusa ya da uluslar grubuna kiralanmakta, böylece
egemenlikleri modern bir yerleşim bölgesinin büyümesine izin
vermektedir. Romer'e göre bu küçük İngiliz kolonisi, "dünyadaki
yoksulluğu azaltmak için geçen yüzyılda gerçekleştirdiğimiz tüm yardım
programlarından daha fazlasını başarmıştır."
Yeni koloniler yukarıda bahsedilen üç zorluğu gayet iyi bir şekilde
çözmektedir. Yerel halk için meşrudurlar çünkü vatandaşlar daha kötü
durumlardan kaçarak oraya taşınmayı seçerler ve hükümetleri de şartları
kabul eder. Batılı devletler için potansiyel olarak caziptirler çünkü
muhafazakarlar için düşük risklidirler ve kendi kendilerini finanse ederler,
liberaller için ise "adalet görevi" görürler.⁷⁹ Son olarak, sözleşmeli şehirler
de etkili olabilir -ki Romer'in bu fikri geliştirirken temel kaygısı da buyduçünkü çürümüş yerel kurumlarla çalışmak zorunda kalmadan kendi
kurumlarını nakletmek için boş bir sayfaya sahip olabilirler.
Gine-Bissau'ya geri dönelim. Gine-Bissau hükümetinin, anakaradan on
mil uzaklıkta bulunan ve eski koloni valisinin harabeye dönmüş
konağının bulunduğu ıssız küçük Galinhas adasını Portekiz'e geri
kiraladığını varsayalım. Yıllık kira bedeli 1 dolar olacak, böylece
Portekizliler paralarını adada harcayabilecek ve Gine-Bissau hükümeti
kira ücretine bağımlı kalmayacaktır. O halde, ülkede her yıl israf edilen
10 ila 20 milyon dolarlık dış yardımın, temel altyapının oluşturulması için
bu yeni açık deniz kolonisine yönlendirildiğini varsayalım. Anlaşmanın bir
parçası olarak Portekizliler her yıl belirli sayıda Gine-Bissau sakininin
adaya yerleşmesine izin verecektir. Portekiz kurumları ve egemenliği,
Hong Kong'un anakara kısımlarında olduğu gibi, kira süresi boyunca
(örneğin doksan yıl) burada mutlak olarak varlığını sürdürecektir. Böylece
Afrika kıyısında küçük bir Avrupa devleti ortaya çıkacaktır.
Altmış mil karelik Galinhas, zaman içinde Gine-Bissau'nun tüm nüfusunu
rahatlıkla barındırabilecek bir konuma gelebilir. Eğer başarılı olursa
kabiliyetleri, ticareti ve sermayeyi kendine çekecektir. Gine-Bissau'nun
anakara kısımları, ekonomik bir dinamonun yanında yaşamaktan ve
onun başarısını taklit etmeyi öğrenmekten fayda sağlarken, sembolik
olarak Amilcar Cabral'ın yarım yüzyıllık anti-kolonyal kâbusundan da
kurtulmuş olur. Eğer başarılı olunursa aynı fikir Afrika ve Orta Doğu'nun
tüm kıyı şeridinde denenebilir. Böylece kolonyalizm, her zamanki baskı,
işgal ve sömürü yaygaraları olmadan yeniden diriltilebilir.
Mantıksız bir fikir mi? Belki de. Ancak son yüz yıldır Üçüncü Dünya
ülkelerinde yüz milyonlarca insanın hayatına musallat olan kolonyalizm
karşıtı ideoloji kadar saçma değil. Yüz yıllık felaket artık yeter.
Kolonyalizmi yeniden gündeme getirmenin zamanı geldi.
Çeviren: Howard Phillips
1Berny Sèbe, “From Post-Colonialism to Cosmopolitan Nation-Building? British and French Imperial Heroes in Twenty-First-Century Africa,” Journal of Imperial and Commonwealth History 42, no. 5 (2014): 936–68.
2David Van Reybrouck, Congo: The Epic History of a People (New York: Ecco, 2014), 255.
3Iris Andreski, Old Wives’ Tales: Life-Stories from Ibibioland (London: Routledge & K. Paul, 1970).
4Daron Acemoglu, Simon Johnson, and James A. Robinson, “The Colonial Origins of Comparative Development: An Empirical Investigation,” American Economic Review 95, no. 5 (2000): 1369–401.
5Bruce Biber, Intertribal War in Pre-Colonial Namibia (Genève: Institut universitaire de hautes études internationales, 1989).
6David B. Abernethy, The Dynamics of Global Dominance: European Overseas Empires, 1415–1980 (New Haven, CT: Yale University Press, 2000), 403.
7Caroline Elkins, Imperial Reckoning: The Untold Story of Britain’s Gulag in Kenya, 1st ed. (New York: Henry Holt and Co., 2005).
8Anthony Daniels, “Mau Mau Revisited,” New Criterion, 23, no. 10 (June 2005): 26.
9Tim Stanley, “History Is Never Black and White,” History Today 62, no. 12 (2012): 44; and Daniel Branch, “The Enemy Within: Loyalists and the War against the Mau Mau in Kenya,” Journal of African History 48, no. 2 (2007): 291–315.
10Crawford Young, “The Heritage of Colonialism,” in Africa in World Politics: Constructing Political and Economic Order, ed. J.W. Harbeson and D.S. Rothchild (Boulder, CO: Westview Press, 2016), 11, 13; Jeffrey I. Herbst, States and Power in Africa: Comparative Lessons in Authority and Control (Princeton, NJ: Princeton University Press, 2000).
11Crawford Young, The African Colonial State in Comparative Perspective (New Haven, CT: Yale University Press, 1994).
12Camille Lefebvre, “We Have Tailored Africa: French Colonialism and the ‘Artificiality’ of Africa’s Borders in the Interwar Period,” Journal of Historical Geography 37, no. 2 (2011): 191–202.
13Elinor Burns, British Imperialism in West Africa (London: Labour Research Department, 1927).
14Suzanne Miers and Martin A. Klein, Slavery and Colonial Rule in Africa (Portland, OR: Frank Cass, 1999); Philip Misevich and Kristin Mann, The Rise and Demise of Slavery and the Slave Trade in the Atlantic World (Rochester, NY: University of Rochester Press, 2016); Amalia Ribi Forclaz, Humanitarian Imperialism: The Politics of Anti-Slavery Activism, 1880–1940 (Oxford: Oxford University Press, 2015).
15Alexander De Juan and Jan Henryk Pierskalla, “The Comparative Politics of Colonialism and Its Legacies: An Introduction,” Politics & Society 45, no. 2 (2017): 159–72.
16Matthew Lange, James Mahoney, and Matthias vom Hau, “Colonialism and Development: A Comparative Analysis of Spanish and British Colonies,” American Journal of Sociology 111, no. 5 (2006): 1412–62; and David Kenneth Fieldhouse, The West and the Third World: Trade, Colonialism, Dependence, and Development (Oxford, UK, and Malden, MA: Blackwell Publishers, 1999); and Lewis Gann and Peter Duignan, Burden of Empire: An Appraisal of Western Colonialism in Africa South of the Sahara (Hoover Institution Publications) (New York: F.A. Praeger, 1967); and Ola Olsson, “On the Democratic Legacy of Colonialism,” Journal of Comparative Economics 37, no. 4 (2009): 534–51; and James Midgley and David Piachaud, Colonialism and Welfare: Social Policy and the British Imperial Legacy (Cheltenham, UK, and Northampton, MA: Edward Elgar, 2011); and Charles Amone and Okullu Muura, “British Colonialism and the Creation of Acholi Ethnic Identity in Uganda, 1894 to 1962,” Journal of Imperial & Commonwealth History 42, no. 2 (2014): 239–57.
17Michael Hechter, Alien Rule (Cambridge: Cambridge University Press, 2013).
18Anthony G. Hopkins, The Future of the Imperial Past (Cambridge: Cambridge University Press, 1997), 19.
19Abernethy, The Dynamics of Global Dominance, 272–73, 264.
20John H. Walker, Power and Prowess: The Origins of Brooke Kingship in Sarawak (Honolulu: University of Hawai’i Press, 2002).
21Sir Alan Burns, Colonial Civil Servant (London: George Allen & Unwin, 1949), 318.
22Patrice Lumumba, Congo, My Country (New York: Praeger, 1962), 12, 13.
23Bruce Gilley, “Chinua Achebe on the Positive Legacies of Colonialism,” African Affairs 115, no. 461 (2016): 646–63.
24Waltraud Ernst and Biswamoy Pati, India’s Princely States: People, Princes and Colonialism (London and New York: Routledge, 2007); Benjamin Freud, “Organizing Autarky: Governor General Decoux’s Development of a Substitution Economy in Indochina as a Means of Promoting Colonial Legitimacy,” SOJOURN: Journal of Social Issues in Southeast Asia 29, no.1 (2014): 96–131; Sean Stilwell, “Constructing Colonial Power: Tradition, Legitimacy and Government in Kano, 1903–1963,” Journal of Imperial & Commonwealth History 39, no. 2 (2011): 195–225; Lea Ypi, “What’s Wrong with Colonialism,” Philosophy & Public Affairs 41, no. 2 (2013): 158–91.
25Adebayo Williams, “The Postcolonial Flaneur and Other Fellow-Travelers: Conceits for a Narrative of Redemption,” Third World Quarterly 18, no. 5 (1997): 821–42; Maneesha Deckha, “Pain as Culture: A Postcolonial Feminist Approach to S/M and Women’s Agency,” Sexualities 14, no. 2(2011): 129-50; Maneesha Deckha, “Pain as Culture: A Postcolonial Feminist Approach to S/M and Women’s Agency,” Sexualities 14, no. 2 (2011): 129–50; Barbara Lüthi, Francesca Falk, Patricia Purtschert, “Colonialism without Colonies: Examining Blank Spaces in Colonial Studies,” National Identities 18, no. 1 (2016): 1–9;
26Harri Englund, “Anti Anti-Colonialism: Vernacular Press and Emergent Possibilities in Colonial Zambia,” Comparative Studies in Society and History 57, no. 1 (2015): 243.
27Mark Gibney, Rhoda E. Howard-Hassmann, Jean-Marc Coicaud, and Niklaus Steiner, eds., The Age of Apology: Facing up to the Past (Philadelphia: University of Pennsylvania Press, 2008); and Tom Bentley, Empires of Remorse: Narrative, Postcolonialism and Apologies for Colonial Atrocity (New York: Routledge, 2016).
28Robin Cohen, “The State in Africa,” Review of African Political Economy 3, no. 5 (1976): 1; Rosemary E. Galli and Jocelyn Jones, Guinea-Bissau: Politics, Economics, and Society (London: F. Pinter, 1987), 43; James C. Riley, “The Timing and Pace of Health Transitions around the World,” Population and Development Review 31, no. 4 (2005): 741–64.
29John P. Cann, Counterinsurgency in Africa: The Portuguese Way of War, 1961–1974 (Westport, CT: Greenwood Press, 1997), 24.
30M. Wolfers, “West African Leader Seeks Talks with Portugal,” Times, October 26, 1971, 7.
31Joshua B. Forrest, Guinea-Bissau: Power, Conflict, and Renewal in a West African Nation, (Boulder, CO: Westview Press, 1992), 50.
32Galli and Jones, Guinea-Bissau: Politics, Economics, and Society, 98; Carlos Lopes, Guinea-Bissau: From Liberation Struggle to Independent Statehood (London: Zed Books, 1987), 154.
33Forrest, Guinea-Bissau, 97.
34Avelino Teixeira da Mota, Guiné Portuguesa, 2 vols. (Lisboa: Agência Geral do Ultramar, 1954), 61.
35Laura Bigman, History and Hunger in West Africa: Food Production and Entitlement in Guinea-Bissau and Cape Verde (Westport, CT: Greenwood Press, 1993); F.O.E. Okafor, “The Paigc and the Economic Development of Guinea-Bissau: Ideology and Reality,” The Developing Economies 26, no. 2 (1988): 125–40.
36Estanislao Gacitua-Mario, S. Aasland, H. Nordang, and Quentin Wodon, “Institutions, Social Networks, and Conflicts in Guinea-Bissau: Results from a 2005 Survey,” in Conflict, Livelihoods, and Poverty in Guinea-Bissau, ed. Boubacar-Sid Barry (Washington, DC: The World Bank, 2007), 24.
37Peter K. Mendy, “Amilcar Cabral and the Liberation of Guinea-Bissau: Context, Challenges and Lessons for Effective African Leadership,” African Identities 4, no. 1 (2006): 7–21; Amilcar Cabral, Dan Wood, and Reiland Rabaka, Resistance and Decolonization (Reinventing Critical Theory) (Lanham, MD: Rowman & Littlefield International, 2016).
38Victor Igreja, “Frelimo’s Political Ruling through Violence and Memory in Postcolonial Mozambique,” Journal of Southern African Studies 36, no. 4 (2010): 781–99.
39Jacob T. Levy and Iris Marion Young, Colonialism and Its Legacies (Lanham, MD: Lexington Books, 2011); and Lucy Mayblin, Asylum after Empire: Colonial Legacies in the Politics of Asylum Seeking (New York: Rowman & Littlefield International, 2017); and William F.S. Miles, Scars of Partition: Postcolonial Legacies in French and British Borderlands (Lincoln: University of Nebraska Press, 2014).
40Bruce Gilley, “The Challenge of the Creative Third World,” Third World Quarterly 36, no. 8 (2015): 1405–20.
41African Governors of the World Bank, Partnership for Capacity Building in Africa: Strategy and Program of Action, a Report to Mr. James D. Wolfensohn, President of the World Bank Group (Washington, DC: World Bank, 1996), 5.
42Matt Andrews, Lant Pritchett, and Michael Woolcock, Building State Capability: Evidence, Analysis, Action, 1st ed. (New York: Oxford University Press, 2017), 20.
43Manjari Chatterjee Miller, Wronged by Empire: Post-Imperial Ideology and Foreign Policy in India and China (Stanford, CA: Stanford University Press, 2013).
44Andrew Burton and Michael Jennings, “Introduction: The Emperor’s New Clothes? Continuities in Governance in Late Colonial and Early Postcolonial East Africa,” International Journal of African Historical Studies 40, no. 1 (2007): 3.
45Chinua Achebe, There Was a Country: A Personal History of Biafra (New York: Penguin Press, 2012), 43.
46Mpalive-Hangson Msiska, “Imagined Nations and Imaginary Nigeria: Chinua Achebe’s Quest for a Country,” Journal of Genocide Research 16, no. 2-3 (2014): 413.
47John Plamenatz, On Alien Rule and Self-Government (London: Longmans, 1960); and Leonard Barnes, Africa in Eclipse (London: Gollancz, 1971).
48David Liebhold, “Businesses Brace for Return of Customs,” Asian Business 33, no. 4 (1997): 12.
49Evan Schofer and Ann Hironaka, “The Effects of World Society on Environmental Protection Outcomes,” Social Forces 84, no. 1 (2005): 25–47.
50Jana Hönke, “Multinationals and Security Governance in the Community: Participation, Discipline and Indirect Rule,” Journal of Intervention and Statebuilding 6, no. 1 (2012): 57–73.
51William Bain, “For Love of Order and Abstract Nouns: International Administration and the Discourse of Ability,” Journal of Intervention and Statebuilding 3, no. 2 (2009): 155, 157.
52David Chandler, “The Uncritical Critique of ‘Liberal Peace,’” Review of International Studies 36, no. S1 (2010): 137–55.
53Simon Chesterman, You, the People: The United Nations, Transitional Administration, and State-Building (Oxford: Oxford University Press, 2004), 12.
54Sèbe, “From Post-Colonialism to Cosmopolitan Nation-Building?”
56Jeni Whalan, How Peace Operations Work: Power, Legitimacy, and Effectiveness (New York: Oxford University Press, 2014).
57Philip Cunliffe, “State-Building: Power without Responsibility,” in State-Building: Theory and Practice, ed. Aidan Hehir and Neil Robinson (New York: Routledge, 2007) 50–69.
58Chesterman, You, the People, 239, 144.
59Erlend Grøner Krogstad, “Local Ownership as Dependence Management: Inviting the Coloniser Back,” Journal of Intervention and Statebuilding 8, no. 2-3 (2014): 115.
60Louise Andersen, “Outsiders inside the State: Post-Conflict Liberia between Trusteeship and Partnership,” Journal of Intervention and Statebuilding 4, no. 2 (2010): 129–52.
61Katharine Houreld, “World Turns Out to Hail Woman Who Carries Hopes of a Continent,” Times no. 29 (2006).
62John Darwin, “Exit and Colonial Administrations,” in Exit Strategies and State Building, ed. Richard Caplan (New York: Oxford University Press, 2012), 29.
63R.J. Hammond, Portugal and Africa, 1815–1910: A Study in Uneconomic Imperialism (Stanford, CA: Stanford University Press, 1966).
64Tsong-Min Wu, “A Re-Valuation of the Management of Dutch Taiwan,” Taiwan Economic Review 44, no. 3 (2016): 379–412.
66Jenny Hayward-Jones, Australia’s Costly Investment in Solomon Islands: The Lessons of RAMSI (Canberra: Lowy Institute for International Policy, 2014), 17.
67Julien Barbara, “Antipodean Statebuilding: The Regional Assistance Mission to Solomon Islands and Australian Intervention in the South Pacific,” Journal of Intervention and Statebuilding 2, no. 2 (2008): 123–49.
68David A. Lake and Christopher J. Fariss, “Why International Trusteeship Fails: The Politics of External Authority in Areas of Limited Statehood,” Governance 27, no. 4 (2014): 569–87; Robert W. Murray and Aidan Hehir, “Intervention in the Emerging Multipolar System: Why R2p Will Miss the Unipolar Moment,” Journal of Intervention and Statebuilding 6, no. 4 (2012): 387–406.
69Paul Collier, Wars, Guns, and Votes: Democracy in Dangerous Places, 1st ed. (New York: Harper, 2009), 199–203.
70Michael Hechter, “Alien Rule and Its Discontents,” American Behavioral Scientist 53, no. 3 (2009): 289–310.
71Lance Edwin Davis and Robert A. Huttenback, Mammon and the Pursuit of Empire: The Economics of British Imperialism (Cambridge: Cambridge University Press, 1986).
72Nicolas Lemay-Hébert, “Critical Debates on Liberal Peacebuilding,” Civil Wars 15, no. 2 (2013): 242–52.
73Oliver P. Richmond and Jason Franks, Liberal Peace Transitions: Between Statebuilding and Peacebuilding (Edinburgh: Edinburgh University Press, 2009), ch. 1.
74David Roberts, “Hybrid Polities and Indigenous Pluralities: Advanced Lessons in Statebuilding from Cambodia,” Journal of Intervention and Statebuilding 2, no. 1 (2008): 63–86; and John A. Tully, France on the Mekong: A History of the Protectorate in Cambodia, 1863–1953 (Lanham, MD: University Press of America, 2002).
75Aila M. Matanock, “Governance Delegation Agreements: Shared Sovereignty as a Substitute for Limited Statehood,” Governance 27, no. 4 (2014): 589–612.
76Nicolas Lemay-Hébert, “Statebuilding without Nation-Building? Legitimacy, State Failure and the Limits of the Institutionalist Approach,” Journal of Intervention and Statebuilding 3, no. 1 (2009): 21–45.
77David Van Reybrouck, Congo: The Epic History of a People (New York: Ecco, 2014), 470.
79Christopher Freiman, “Cosmopolitanism within Borders: On Behalf of Charter Cities,” Journal of Applied Philosophy 30, no. 1 (2013): 40–52; and Rahul Sagar, “Are Charter Cities Legitimate?” Journal of Political Philosophy 24, no. 4 (2016): 509–29.
Yorumlar
Yorum Gönder