Lipton Matthews - Köle Temelli Bir Ekonomi Dinamik Kapitalist Bir Ekonomiye Hiç Benzemez

"Cotton, Slavery, and the New History of Capitalism" adlı makale köleliğin ekonomik açıdan elverişliliği konusundaki tartışmaları yeniden gündeme getirerek köleliği inovasyona ve uzun vadeli gelişmeye yatkın bir kurum olarak yeniden konumlandırmıştır. Bu akademisyen grubu, köleliği kapitalizmin ve Sanayi Devrimi'nin tam merkezinde yer alan bir kurum olarak yeniden ele almaya çalışmaktadır. Dolayısıyla, bu düşünce ekolü köleliği, uzun zamandır kapitalizmle ilişkilendirdiğimiz girişimcilik ve yenilikçilik özelliklerine sahip, esasen kapitalist bir kurum olarak tanıtmaya dayanmaktadır. Örneğin Daniel B. Rood, "The Reinvention of Atlantic Slavery" (Atlantik Köleliğinin Yeniden Keşfi) adlı kitabında okuyucuları köleliği, yaratıcılığa çok az eğilimi olan durağan bir sistem olarak değil, bozulma potansiyeli olan dinamik bir kurum olarak yeniden şekillendirmeye davet etmektedir. Ancak Rood, kendisinden önceki birçok "yeni tarih" yazarı gibi, köleliğe dayalı kurumların bir statü toplumunu korumak için kapitalizmin dinamizminden kaçınma derecesini büyük ölçüde azımsamaktadır. Rood, köleci ekonomilerin yeni teknolojileri benimseyebildiğini savunurken gerçekten de haklıdır ve ürün tasarımı ve yönetimindeki yeniliklere dair ilgi çekici örnekler sunmaktadır. Ancak kölelik tarihi literatüründe hala doldurulması gereken bir boşluk var çünkü çoğu zaman yazarlar köleci toplumlarda yeni buluşların oluşmasını sağlayan motivasyonların önceliğini göz ardı ediyor. Köleci toplumlarda teknoloji, ihracat pazarına yönelik malların miktarını artırmak için kullanılır. Dolayısıyla, üretim sürecinin verimliliğini artırabilecek teknolojilerin benimsenmesi için teşvikler ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar tüketiciler genel olarak belirli bir ihraç ürününü tercih ettiklerini ifade etseler de, köleci ekonomiler ürünlerin farklılaştırılmasını değil, metalaştırılmasını hedef alır. ABD'nin güneyi ve Karayipler'deki plantasyonlar hiçbir zaman hangi mülkün tüketiciler için benzersiz ürünler üretebileceğini belirlemek için rekabet etmiyordu. Bunun yerine, odak noktaları ihracat pazarından büyük bir pay almaktı ve bunu yaparken kölelik, kaynakları inovasyon yaratan faaliyetlerin zararına olacak şekilde ihracat faaliyetlerine kaydırdı. Oldukça şaşırtıcı bir şekilde, tarihçiler kölelik ile bu ihracat tuzağı arasındaki ilişkiyi nadiren sorgulamaktadır. Plantasyon sahipleri varlıklarını sürdürebilmek için yalnızca malların ihracat pazarlarında yer almasını sağlamak zorundaydı. Sonuç olarak, kölelik sisteminde ürün markalaşması son derece marjinaldi. Başarılı olmanın tüketicilerin ihtiyaçlarına yönelik yenilikler sunmaya bağlı olduğu sanayi sektöründen farklı olarak, plantasyon sahiplerinin müşterilerin taleplerine uygun ürünler üretme konusunda daha az teşvikleri vardı. Plantasyon sahipleri sübvansiyonlardan ve himayeci pazarlardan faydalandıkları için, yenilikler genellikle yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. Plantasyon sahiplerinin özel ayrıcalıklarını korumaya yönelik bir çıkarı vardı bu yüzden Schumpeteryen yeniliklere başvurmak bu faydaları askıya alacaktı. Normalde, girişimciler iş dünyasında varlıklarını sürdürebilmek için gelişen ortama uyum sağlar ve hatta bazıları başka sektörlere göç eder. Ancak, yenilik yapmak bir risk teşkil ettiğinden, köleci bir ekonomide plantasyon sahiplerinin prestijlerini korumak için inovasyona kalkışıp başarısız olmaktansa aksaklıkları görmezden gelmeleri daha güvenlidir. Bu durum köleci toplumların inovasyonda neden geri kaldığını teorik düzeyde açıklamakla birlikte, yapılan empirik çalışmalar da gözlemimizle tutarlıdır. John Majewski'nin 2021 tarihli bir makalesine göre, on dokuzuncu yüzyıl Amerika'sında kişi başına düşen gelir baz alındığında, Köleci şehirler ekonomik yaratıcılık konusunda yapılan her testte önemli ölçüde geride kalmıştır. Majewski, köleci toplumların güçlü bir tüketim kültürünü teşvik etme ihtimalinin düşük olduğu yönündeki tezimizi desteklemektedir: Kuzeyin endüstrileşmesine odaklanan tarihçiler.... makineleşmenin ve piyasaların moda.... sanat ve tasarımla birleşmesini temsil eden zengin bir tüketim kültürünün varlığını tespit etmişlerdir. Yaratıcılığın giderek ticarileşmesi, yaygın sanayileşme ve daha fazla kentleşmenin teknolojik temellerini atan patent alma ve diğer yaratıcı faaliyet biçimlerinde çarpıcı bir artışı da içeriyordu.... Ancak köleci güney kesiminde ekonomik yaratıcılık plantasyon ekonomisinin çok az ötesine geçebilmiştir. Bölgedeki emtia işleme gibi imalat faaliyetlerinin çoğu genellikle plantasyon tarımıyla güçlü bağlara sahipti. Aslında Majewski'nin de belirttiği gibi, köleci toplumlar, sınıfsal ayrıcalıklara dayandıkları düşünüldüğünde yaratıcılığı geciktirmiştir: "Kölelik ve düşük eğitim seviyelerinin birleşimi Güney'deki yaratıcı yetenek arzını kısıtlarken, köle sahipleri öğrenme ve okuryazarlığın ırksal ve sınıfsal ayrıcalıklar olduğunu net bir şekilde ifade etmiştir. 1860'taki nüfus sayımıyla birlikte patent kayıtları incelendiğinde.... köleci eyaletlerde doğanların şaşırtıcı derecede düşük bir yüzdesinin mucit olduğu görülmektedir. Yaygın ekonomik yaratıcılık adeta köleci eyaletler için yabancı bir şeydi." Ayrıca, Majewski'nin de açıkladığı gibi, özgür topluluklarda özel kurumların gelişmesi daha olasıydı: "Özgür işçilerin bulunduğu eyaletler aynı zamanda öğrenmeyi ve okuryazarlığı kamusal alanın önemli bir parçası haline getiren çok daha sağlam kurumlar geliştirdi.... Örneğin Philadelphia'daki Franklin Enstitüsü sadece şehrin mekanik ve imalatçıları için bir kütüphanenin kurulmasını desteklemekle kalmamış, aynı zamanda bilimsel ve mühendislik derslerine sponsor olmuş, prestijli bir dergi yayınlamış, yıllık bir sanayi sergisi düzenlemiş, yeni patentleri değerlendirmiş ve kamuoyuna duyurmuştur." Ancak köleci toplumların doğasında var olan sınıf ayrımcılığı sivil kurumların çoğalmasını engellemiştir: Köleliğin hüküm sürdüğü şehirlerdeki, özellikle de pamuk üretiminin yoğun olduğu eyaletlerdeki kütüphane olanakları, özgür işçilerin yaşadığı şehirlerdeki benzer kurumlara kıyasla genellikle çok daha kısıtlı olmuştur. Charleston Kütüphane Derneği, köleci eyalet kütüphanelerinin sınıfsal ayrıcalıkları nasıl yansıttığına iyi bir örnektir. 1748 yılında kurulan kütüphane, İç Savaş'ın arifesinde 20.000 cildi bünyesinde barındırıyordu. Ancak Dernek, öğrenimin yaygınlaşmasını teşvik etmekten ziyade Güney Carolina'nın köle sahibi seçkinleri için bir edebiyat kulübü olarak işlev gördü. Kütüphaneye katılmak için abonelerin bir kereye mahsus 25 dolar giriş ücreti ve yıllık 10 dolar aidat ödemesi gerekiyordu.... Buna karşılık, New York'taki Mercantile Library Association gibi birçok kuzey kütüphanesi abonelik ücretlerini yıllık 1 ya da 2 dolar olarak belirlemiş ve genellikle çok sayıda müşteriye hizmet vermekten gurur duymuştur. Köleliğin elverişliliği konusunda gelecekte yapılacak tartışmalar farklı sonuçlara yol açabilir. Ancak halihazırdaki kanıtlar, kölelik tarihinin yetersiz ekonomik büyüme ve yaratıcılık eksikliğinin sağlam bir göstergesi olduğunu göstermektedir.

 

Çeviren: Howard Phillips


Orijinal Yazı: https://mises.org/wire/slave-based-economy-nothing-dynamic-capitalist-one



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İsrail Bir Apartheid Ülkesi midir? Hayır

Michael Huemer - İsrail-Arap Meselesini Neden Çözemiyoruz?