Lipton Matthews - Kongo'da Belçika Kolonyalizmi: Gerçekler ve Uydurmalar

 


İnsanlar söz konusu hikayelerin doğru olmasını isteseler bile hikayeler tarihi gerçeklerin yerini tutamaz. Black Lives Matter'ın etkisiyle, Batı kolonyalizminin zulmünü hatırlatmak moda haline geldi. George Floyd'un ölümü, Batı toplumlarında, hükümetlerin kolonyalizmin günahlarını telafi etmesine yönelik yankılanan taleplerle beslenen bir kolonyalizm karşıtı duygu akımını canlandırdı. Batılı güçlerin kolonyal mirası acımasız eylemlerle lekelenmiş olsa da, yaşanan şiddetin abartılı bir şekilde yansıtılması kınanmalıdır. Tarihi siyasi bir araç olarak kullanmak uzun vadede kamusal söylemi kirletmekten başka bir işe yaramaz. Aktivistleri dinlemek akademik bir çalışmayı okumaktan oldukça farklıdır. Ana akım yayın organlarında Avrupalıların Afrika ve Batı Hint Adaları'nda vahşete imza attıkları okuyuculara duyurulurken, aynı yayın organlarının bu tür vahşetlerin Avrupa'da infiale yol açtığı ve çoğu zaman soruşturma komisyonlarının kurulmasına neden olduğu gerçeğine değinmesi pek olası görünmemektedir. Batı kolonyalizmi acımasız olabilmekle birlikte, aynı zamanda iç gözlemi teşvik eden eleştirel bir hareketti. Mevcut anlatı Batı'nın kolonyal projesine ilişkin çarpıtılmış bir bakış açısı sunmakta ve bazı uluslar diğerlerinden daha fazla kötülenmektedir. Ne yazık ki Belçikalılar, 1885 yılında Kongo Bağımsız Devleti'ni kuran Kral 2. Leopold'un politikalarından dolayı pişmanlık duymadıkları gerekçesiyle saldırıya uğruyor. Olayların tarihçesi göz ardı edildiğinden, Belçika'nın Kongo'ya müdahalesine ilişkin tartışmaların cehalete saplanması şaşırtıcı değildir. Asılsız iddialar gerçeklerin öğrenilmesine zarar verecek şekilde papağan gibi tekrarlanmakta ve bu yalanları ifşa eden kişiler ırkçı olarak damgalanabilmektedir. Yine de, tarihin çarpıtılmasını sonlandırabilmek için gerçekler ifade edilmelidir. Belçika Kralı 2. Leopold döneminde yaşanan dehşet nedeniyle Belçikalıları kötülemek norm haline gelmiştir. Ancak Belçika isteksiz bir kolonyal güçtü ve Kongo Bağımsız Devleti Kral 2. Leopold'un gözde projesiydi. Leopold, Belçika'nın kolonyal bir güç olmasını arzu ediyordu, ancak çabaları Belçika hükümeti tarafından reddedildi. Leopold, kolonilerin kârlı olduğunu ve Belçika'nın küresel sahnedeki varlığını güçlendirebileceğini düşünüyordu. Leopold, projesini meşrulaştırmak için kendi planını köleliği sona erdirmek ve Afrika'yı modernleştirmek için insani bir girişim olarak tanıttı. Diplomatik taktikleri başarılı oldu. Berlin Konferansı'nın onayıyla, Kongo Bağımsız Devleti'ni sadece kendisi tarafından kontrol edilen özel bir mülk olarak kurdu. Kral 2. Leopold, Adam Hochschild'in King Leopold's Ghost adlı kitabında onu gündeme getirene kadar Batı tarihinde pek önemsenmeyen bir figür olarak kaldı. Hochschild, Kral 2. Leopold'un politikaları nedeniyle on milyon Kongolunun öldüğünü iddia etmiştir. Gerçekten de Leopold'un acımasız bir işçi rejimine başkanlık ettiği doğrudur, ancak Hochschild tarafından belirtilen rakam çok çirkindir ve önde gelen tarihçiler tarafından kınanmıştır. Hochschild'in argümanları, 1880 ile 1920 yılları arasında Kongo nüfusunun en az yarı yarıya azaldığını tahmin eden seçkin tarihçi Jan Vansina tarafından şekillenmiştir. Hochschild henüz geri adım atmamış olsa da, Vansina kendi tahminlerini düzeltmiştir. Hochschild bu rakamları kullanarak kitabında şu iddialarda bulunmaktadır: “Bölge çapında bir nüfus sayımı için ilk girişimler ancak 1920'lerde yapıldı. 1924'te nüfus on milyon olarak hesaplandı ve bu rakam daha sonraki sayımlarla da teyit edildi. Tahminlere göre bu, Leopold dönemi ve hemen sonrasında bölge nüfusunun yaklaşık on milyon kişi azaldığı anlamına gelmektedir.” Bu değerlendirme sorunludur çünkü Hochschild, Leopold'un yönetimi olmasaydı Kongo'nun nüfusunun 1924'te yirmi milyon olacağını varsaymaktadır. Ancak Kongo Bağımsız Devleti idaresi, Kongo'nun nüfusunda böylesine büyük bir azalma yaratacak kaynaklardan ve örgütsel kabiliyetten yoksundu. Hochschild'in rakamlarını doğrulamak, Leopold rejiminin, hükümdarlığı sırasında her yıl nüfusun büyük bir bölümünü doğrudan ya da dolaylı olarak yok ettiği anlamına gelecektir. Ancak Kongo'nun coğrafi erişimi ve Leopold'un personel kadrosunun büyüklüğü göz önüne alındığında bu pek mümkün görünmemektedir. Dahası Hochschild, Umutsuzca Kongo Bağımsız Devleti'nin politikaları nedeniyle halkta meydana gelen zayıflamanın hastalıkları ve sosyal problemleri daha da kötüleştirdiğini öne sürerek inandırıcılığını onarmaya çalışmaktadır. Ancak bu mantık hatalıdır, çünkü iyiliksever bir rejim bile hastalıkların etkisini büyük ölçüde hafifletemezdi. Afrika'nın doğu ve orta bölgeleri yirminci yüzyılın başlarında salgın hastalıklarla boğuşmuştur ve tarihsel olarak salgın hastalıklar Afrika toplumlarını dönemsel olarak kasıp kavurmuştur. Afrika'nın sahip olduğu çevresel koşullar hastalıkların gelişmesine elverişlidir. İyi bir yönetim salgın hastalıkların sonuçlarını hafifletmeye yardımcı olsa da, bu hastalıkların toplum üzerinde hala yıkıcı bir etkisi vardır. Dahası, Leopold'u eleştirenler onun Kongo'da uyku hastalığıyla (Trypanosoma) mücadele arayışının öncülerinden biri olduğunu göz ardı etmişlerdir. Leopold, 1903 yılında Liverpool Tropikal Tıp Okulu'ndan Kongo Bağımsız Devleti'ne bir misyon göndermesini talep etmiştir. Araştırmacılar tarafından hastalık titizlikle incelendi ve Kongo Bağımsız Devleti bu uzmanların tavsiyelerini hızla uygulamaya koydu. Hastalıkla mücadele etmek için hastalara bakım sağlayan kamplar inşa edildi ve buralarda Katolik rahibeler görevlendirildi. Kongo Bağımsız Devleti uyku hastalığının erken tedavisini teşvik etmek için teşhis yöntemleri bile geliştirdi. Belçika, herhangi bir Avrupa kolonisi arasında uyku hastalığıyla mücadele konusunda en başarılı kampanyayı düzenledi ve diğer Avrupalı güçler tarafından övgüyle karşılandı. Kral 2. Leopold elbette kusursuz değildi, ancak aktivistlerin çizdiği korkunç tabloya da inanmamalıyız. Hatta koloni döneminde Kongo'nun bazı bölgelerinde nüfusun arttığı Jan Vansina tarafından da gözlemlenmiştir; Vansina'ya göre "beklentilerin aksine, Kuba nüfusu koloni döneminin ilk yirmi yılında azalmak yerine artmıştır." Bununla birlikte, Leopold yaşanan zulümleri denetlemiştir. Bu nedenle, onun gözetimi altında meydana gelen ihlalleri araştırmak üzere bir soruşturma komisyonu kuruldu. Bu zulümler Avrupa'da öfke uyandırdığından, Belçika hükümeti gelecekteki ihlalleri önlemek için Kongo'yu kendi kolonisi yapmaya karar verdi. Belçika kolonyalizmi sağlık ve ilköğretim gibi alanlarda iyileşmelere yol açtı. Ekonomik olarak, Belçika kolonyalizmi Kongo'daki sermaye yatırımlarını hızlandırdı. Diğer kolonilerle kıyaslandığında Kongo, kişi başına düşen sermaye yatırımının zirvesindeydi. Kongo, 1938 yılına gelindiğinde kişi başına kırk sekiz dolarlık yabancı sermayenin alıcısı olmuştu. İngiliz Hindistan'ında (Burma ve Sri Lanka dahil) bu miktar sekiz dolar; Hollanda Hint Adaları'nda otuz altı dolar; Fransız Afrika kolonilerinde yirmi beş dolar; İngiliz Afrika'sında otuz iki dolar; Portekiz Afrika'sında ise on sekiz dolardı. Tarihçi David K. Fieldhouse, Kongo'nun Kral 2. Leopold döneminden itibaren elde ettiği başarıyı anlatarak kolonyalizme yöneltilen partizan eleştirileri reddediyor: "Yine de Kongo 1908'de tam bir Belçika kolonisi haline geldikten sonra, Belçikalılar Afrika'da bulunabilecek en verimli ve yardımsever koloni rejimlerinden birini yaratarak dönemin simgesi haline geldiler. Son olarak, 1960 yılında Kongo'nun bağımsızlığını takip eden felaketler, bağımlı bir ülkenin özgürlüğe yeterince hazırlanmadan önce emperyal kontrolü sona erdirmenin ne kadar tehlikeli olduğunu diğer her şeyden daha güçlü bir şekilde göstermiştir.” Özetle, Belçika'nın Kongo'ya müdahalesine ilişkin anlatı, diğer pek çok anlatı gibi, abartılmış bir hikayeden ibarettir. Aktivistlerin Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nin bağımsız yönetimi altında savaşta ölen milyonlarca kişiye odaklanmaları daha akıllıca olacaktır.



Çeviren: Howard Phillips


Orijinal Yazı: Belgian Colonialism of the Congo: Facts and Fiction | Mises Institute



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İsrail Bir Apartheid Ülkesi midir? Hayır

Michael Huemer - İsrail-Arap Meselesini Neden Çözemiyoruz?